28 Ağustos 2011 Pazar

Bir Kitaptan / III

“… bana sevinçli günlerin görüntülerini getiriyorsunuz. Bazı yüce gölgeler belirgin hale geliyor: Ayrıca ilk aşkın ve ilk dostluğun izleri de sanki eski ve kısmen unutulmuş bir masal gibi gözümde canlanıyor. Hayatın tıpkı dehliz gibi olan kıvrımlı akışından dolayı sızlanışlar tekrarlanıyor ve güzel saatlerin mutlu hayalleriyle avunarak benden önce ölmüş o iyi insanların adları anılıyor.
İlk şarkılarını dinlemiş olan ruhlar artık sonrakileri işitmiyorlar. O eski dost kafilesi şimdi toz toprak olmuştur ve ne yazık ki ilk yankının sesi de sönmüştür!
Artık ıstırabım hiç tanımadığım bir kalabalığa sesleniyor. Onların beni övmeleri bile içimi burkuyor. Şiirlerimden zevk almış olan bazıları da, eğer yaşıyorlarsa, dünyada darmadağın olmuş halde dolaşıp duruyorlar ve içimi, o sakin ve aziz ruhlar dünyasına ait bir özlem kaplıyor. Bir arp gibi uğuldayan türküm, belirsiz seslerle havada yayılıyor. İçim ürperiyor, göz yaşlarına boğuluyorum, o acımasız kalbimin yumuşadığını hissediyorum. Önceden sahip olduğum şeyleri kendimden uzaklaşmış görüyorum ve kaybolmuş şeyler benim için artık birer gerçek oluyor… “

Bir Kitaptan / II

Hani biriyle tanışırsın, çevrende görmeye alıştığın insanlardan çok farklı biri. Öyle biri ki her şeyi bambaşka bir gözle görür ve seni de bakış açını da değiştirmeye yöneltir. Dünyaya onun gözleriyle bakmaya başlarsın.İçine ve dışına da. Etkilenirsin. Etkilenmek ne kelime büyüsüne kapılırsın. Genede ilk başlarda, araya bir mesafe koyabileceğini, yüreğini kontrol altında tutabileceğini zannedersin. Oysa rüzgar sandığın bir fırtınadır. Sınır sandığın yer oynak ve kaygan bir zemindir. Bir bakmışsın,farkında bile olmadan açılmış, karadan uzaklaşmışsın. Okyanusun tam ortasındasın...



25 Ağustos 2011 Perşembe

Zaman

Zamanla soyutlar mı insan kendini toplumdan? Nereye kadar gider soyutlama? İnsan neden yalnız kalmak ister? Yalnızlık neye çaredir? Yada herkesin dediği gibi en büyük ilaç zamandır da insan bu zamanı yalnız mı geçirmek ister? Peki zaman gerçekten ilaç olabilir mi her acıya?

Hayır. Bazı acıların ilacı yoktur. İlacı olmayan acılara da zaman yaraya tuz basmak gibidir. Her şey daha da kötüye gider ya bazen işte o zaman “ zaman “ dan nefret edilebilir işte o zaman sadece güzel anlarda demekten vazgeçip daha da kötülerini görmemek için “ Ey Zaman! Geçme, dur! “ deriz üstad Goethe’nin dediği gibi.

Bir bilgisayar oyununda vardır zamanı geri alan kumlar. Bir hançerin düğmesine basarsınız bir dakikaya geriye gidersiniz. O hançeri büyük kum saatine sapladığınızda ise evrenin yaratılışına kadar gidebilirsiniz. Bir amerikan filminde zaman makinesi kullanılır. Gitmek istediğiniz tarihi makineye girersiniz 88 mil hıza ulaşırsınız ve… Işık olup gidersiniz, gittiğiniz yere de ışık gibi gelirsiniz. Gözlerinizi açarsınız ki makineye girdiğiniz tarihtesiniz.

Oyunlar hep heyecan vericidir ama gerçek olamadıkları için oyundurlar. Filmler bize yaşamak istediğimiz hayatları gösterirler ama o hayatları yaşayamayacağımız için film olarak kalırlar. Ve gerçek hayatta zamanı geri alacak bir teknoloji yoktur. O yüzden her an yeganedir ve bu teklikle özeldir. O yüzden bir hatanın telafisi çok ağırdır. O yüzden bir anne yeni doğmuş bebeğini ilk kucağına aldığı andaki mutluluğu başka hiçbir zaman yaşayamaz.

O yüzden kırılan kalpler bir daha tamir olmaz. Sevgi ve saygı kazanmak bir ömre bedelken tek bir saniyelik hata ile kazanılan her şey yitirilebilir. Bir dost kazanmak yıllar sürebilirken küçücük bir hata ile, bir zayıflık ile kazanılan her dost kaybedebilir ve bu kaybetmişlikle başka bir insan olup çıkabilirsiniz. Yalnız kalabilirsiniz.

“ Zaman “ ile baş başa kalırsınız… Her şey onunla daha da kötüye gitmiştir. Ama yanınızda yine o vardır. Bırakmaz sizi. Hem yanınızda hem karşınızdadır. Hem en büyük kösteğiniz olmuştur hem de destek olma vaadinde bulunmuştur.

Zamanla soyutlanırsınız herkesten her şeyden… Kalabalıklar içinde yalnız kalırsınız. Işıklar altında lambaların aydınlatamadığı karanlık bir nokta olarak durursunuz, sessiz ve kimsesiz. Durursunuz öylece…   11.07.2010




22 Ağustos 2011 Pazartesi

Bir Kitaptan...

Hayatımıza hakim olan roller farkında olmadıklarımızdır. Bizi durmadan bir yerlere götüren ihtiyaçlarımız, aslında farkına varmadıklarımızdır. Mutlu ve özgür olmak için, oynadığımız rolleri ne için oynadığımızı görmeli ve görmediğimiz ihtiyaçlarımızı su yüzüne çıkarmalıyız. Arayışımızdaki ilk engel, kendimizi tanıdığımızı, bizi nelerin motive ettiğini anladığımızı, durumlar ve etrafımızdaki insanlar karşısındaki hissettiklerimizi neden hissettiğimizi bildiğimizi farz etmek olacaktır. İlerleme kaydedebilmek için, açık fikirli olmamız gerekiyor. Kendimle ilgili gerçeği bulabilmek için, bunu zaten bildiğimi söylemeyi bırakmalıyım. Eğer ne için orada durduğunu anlamayı başaramadıysam, yolumda duran kayayı asla yerinden kaldırmamalıyım...

20 Ağustos 2011 Cumartesi

Biri Bizi Yönlendiriyor Mu?

Az önce bir film izledim: The Adjustment Bureau. Kader Düzenleme Ofisi varmış be! Adam Fawer'da bir kitabında " Zihninizin kontrolü elinizde değil " yazmıştı. Çağan Irmak da bir projesinin reklamını yaparken " İnsanlar plan yaparken Tanrı yukarıdan gülermiş " yazmıştı. Bunun gibi pek çok örnek cümle yazabilir, düşünce bulabiliriz. Öyleyse kesinlkle yönlendiriliyoruz...



Ben bir şeyi düşünürken bunu ben istedim diye mi düşünüyorum yoksa öyle düşünmem istendi diye mi öyle düşünüyorum? Özgür irade var mı? Zihnimin ne kadarını ben yönetiyorum ne kadarı benim kontrolümün altında? ( tamamının olmadığını baştan kabullenmişim be ) Bir arkadaşım hep " olağanüstü bir gücüm olsa bu gücün zihin okuma olmasını isterim " derdi. Bense olağanüstü bir gücüm olmasını olursa da ne olmasını isteyeceğimi pek düşünmemiştim ( cümle düşük oldu idare et artık kafam karışık beynim bulanık ) Ama okuduğum kitaplardan ve izlediğim filmlerden sonra bende kesinlikle insanlarının zihnini okumakla yetinmeyip o zihinleri yönlendirebilmek istedeğimi anladım.

Hep kadere inanmışımdır. Bir şeyin olması gerekiyorsa olacaktır. Bir şeyin yaşanması gerekiyorsa yaşanacaktır. Ama neyin olması, neyin yaşanması gerektiğini bilebilir miyiz? Önceden bunları bilmenin bir yolu var mı? Eğer önceden bunları bilsek müdale edebilir miyiz? Değiştirebilir miyiz? İnsanların kaderini değiştirebileceklerine inanmazdım çünkü kaderimizi önceden bilmiyoruz. Bilmediğimiz bir şeyi de değiştiremeyiz zaten. Ama öbür taraftan yaşamanın güzel yanı ne yaşayacağımızı bilmiyor olmamız, sürekli süprizlerle karşıacak olmamız. Evet evet bu çok güzel. Ben başkalarını bilmem ama kaderimi öğrenmeyi hiç istemem. Ama istediğim şey hiçbir zaman kaderi kabullenmek değil ( tabi kabul edilemez olduğu zamanlarda )

Kabul edemeyeceğim şeyleri değiştirme cesaretini hiçbir zaman yitirmek istemiyorum! Bu gibi durumlarda da kaderimi kendim yönetmek istiyorum. İşi şansa bırakmamak lazım dimi?

Müdale etmeniz gereken bir şeyler varsa müdale edin. Bekleyip de görelim demeyin. Ve unutmayın " yaptığınız bir şeye pişman olmak yapmadığınız bir şeye pişman olmaktan daha iyidir. Birincisinde ' şartlar öyle gerektirdi ' dersin. İkincisinde ise ' keşke '... " Bu sözün doğruluğuna inanarak o kadar çok şey yaptım ki. Olumsuz sonuçlarla karşılaştığımda " Acaba bunları yapmasa mıydım ? / Acaba kimseye söylemese miydim? vs vs " dediğim çok oldu. Ama şuan yaptığım hiçbir şeye, söylediğim hiçbir söze pişman değilim.  Ya da bu sözü tutmam, doğru bulup bu söz doğrultusunda hareket etmem istendi diye mi bunları yaptım, yapıyorum, yapacağım?

İçinden geldiği gibi yaşamalısın hayatı. Bilemezsin hiçbir anın son anın olmadığını. Bu yüzden her an yeganedir  ve bu yeganelik yüzünden her an kendine has ve özeldir. İçinden geldiği gibi yaşamalısın, hiçbir sızıntı olmamalı. Az önce izlediğim filmde sevdiği kadınla birlikte olmak için hayatını, kaderini değiştirmeyi göze aldı Matt Damon. Çok sevdiğim bir şarkıda geçiyordu " kader güçsüz kalır sevgilim, sensiz ölmeyeceğim " Sadece sevdiğim kişi için değil, istemediğim her şey için kaderimi değiştirmeyi göze alacak cesareti istiyorum kendimde. Ve bazen bu cesareti buluyorum. Kabul etmek istemediğim her konuda. Ama bu mücadeleyi gerçekten yapmak isteyip istemediğimi bilmiyorum. Ve bazen de " neyse ya boşver " deyip istemediğim bir şeyi kabulleniyor, bununla yaşıyorum. Hemde hiç mücadele etmeden! Ya da benim mücadele etmem istenmiyor da o yüzden mi etmiyorum? Veya tam tersi ?

Ben hep içimden geldiği gibi yaşadım. Aslında hep sonrasını düşündüm. Karşılaşabileceğim durumları düşündüm. İçinden nasıl çıkarım diye düşündüm. Olumsuz sonuçları öngörünce konuşmamak, harekete geçmemek istedim. Ama yine de içimden gelen oldu ve olumsuz sonuçlar doğaracağını bildiğim halde içimden gelenleri yaptım, söyledim. Sonrasını sonra düşünürüm dedim. (Bir de İşletme öğrencisi olucam hele hele bir de stratejik yönetimde kariyer istiyorum bu insanların her şeyi planlaması gerekiyor dimi? ) Ya da benim bunları düşünmem istendi diye mi böyle düşünüp hareket ettim. Hatta şuan kahve içiyorum ve neden çay yada kola değil de kahve içiyorum? İçimden kahve içmek geldi. Ya da kahveye mi yönlendirildim? Ve neden şuan aklıma gelen ilk cümle, ilk istek " IQ'mun 200 olmasını ve bu zekayla evrenin var oluşu ve zihinlerin yönlendirilebileceği hakkında çalışmalar yapmak hatta ömrümü buna adamak isterim " oldu?

Saçmalıyorum farklı farklı konulardan bahsediyorum eminim bu bir kompozisyon sınavı olsaydı ve benim 100 alırım umuduyla yazdığım kompozisyona " anca 45 olur bu " diyen Bülent Hocam bunu okusaydı - 2735 puan verirdi herhalde.

The Adjustment Bureau'yı izleyin, Empati'yi okuyun. Allah bizlere değiştireyemeceğimiz şeyleri kabullenme gücü, değiştirebileceğimiz şeyleri değiştirme cesareti ve bu ikisi arasındaki farkı anlayabilme sağduyusu versin inşallah.

19.08.2011

19 Ağustos 2011 Cuma

Bir tatlı huzur alabilir miyim?

Bugün biraz İstanbul kitaplarına baktım. Bu konuda kendi eksikliğimi fark ettim. Kitaplığımdaki İstanbul kitaplarının sayısını fazlalaştırmalıyım diye düşündüm. Ama İstanbul'da yaşadığım için kendimi tekrar şanslı saydım, Allah'a tekrar şükrettim beni bu şehre gönderdi diye.

Taşı, toprağı altın...
Güleni şöyle dursun ağlayanı bahtiyar...
Dünyaya son bir kere bakacaksın deseler bu bakışı İstanbul'un Çamlıca'sından isterdim...








16 Ağustos 2011 Salı

Sana teşekkür edeyim mi Larien?

Dün canım arkadaşım, yakın dostum, çapraz komşum Larien'e iftara davetliydim. Gittim. Ki geçtiğimiz son 3,5 aylık süreçte beni bu 4. davet edişi. İlk ikisinde ben gidememiştim üçüncüsünden onun planları suya düşmüştü. Neyse ki dün bir aksilik çıkmadı da gidebildim. Larien benim dışında 5 arkadaşını daha davet etmiş ama biri gelemedi.

Larien'in annesi ( saolsun beni çok sever :D ) benim sevdiğim yemekleri içeren bir menü hazırlamış ( sözü vardı çünkü ) Mantar Çorbası-Nohut ( hemi de organik )- Zeytinyağlı taze fasulye-pirinç pilavı-makarna-balık. Ben özellikle nohut istemiştim. Bu sıcakta napıcaksın nohutu deme! Ben nohutu istediğim zaman dışarıda montla dolaşıyordum bugüne kısmet oldu napalım. Neyse ki canım arkadaşım yine yaptı yapacağını ve beni pide kuyruğuna soktu! ( sana ufak bir p.s: uzun yıllar sonra ilk defa pide kuyruğuna girdim, kıymetini bil :D )

Yemeğin üstüne gırgır şamata, film muhabbetleri, psikolog bir arkadaşımızdan çocukluğumuza inmesini ve bizi hipnoz etmesini isteyişimiz ama onun bizi reddedişleri, alkol&sigara muhabbetleri, benim uykusuzluk yüzünden yaptığım aptallıklar, Ramazan ayının ilk günü tanıştığım ve hoşlandığım bir kıza oruç nedeniyle yavşayamamam, köy imamı olan ama namaz kılmayan kuzenimi anlatışım, Larien ile ortak döğme merakımız ( kesinlikle yaptırıcaz Larien ama benim askerden gelmemi bekle please ),şike muhabbeti, Larien'e eski sevgililerinden ötürü söylemiş olduğum bir laf ( ki ortamda o şahıslardan birinin olması ve o şahsın tam da Larienle benim aramda oturuyor olmasıyla ona sokmuş olduğum bir laf ) içimin yağlarını eriten cinsten, Larien'in zoruyla 3 fincan çay içişim ve uykumun yaklaşık 6 saat boyunca geri gelmemek üzere kaçışı ve  canım arkadaşımın " Sahura kadar kalın " dercesine bakışlarına rağmen bu sabah karga bokunu yemeden şirkette olmam gerektiğinden gece yarısı kalkışım. Neşeli, keyifli, eğlenceli bir akşam oldu. Thank you very much Larien :)



P.S: Sahura kadar oturuyorsun madem, çalışmadığım bir günün öncesinde ya ben sana geleyim ya sen bana gel sahura kadar film izleyelim Larien :)

Ve eve döndükten sonrası: Sahura kadar uyuyamadım. 03,15 gibi sahur masasına oturdum 2 fincan çay da o zaman içtim. Geçmiş olsun! 04,45 sularında hala uyanıktım. 5 olmadan uyudum. 06,40 da geri kalktım ve servisin geleceği yere doğru yürümeye başladım. Tuhaftır ki uzun zamandır ilk defa bir sabah bu kadar dinç kalkıyorum ve ilk defa serviste uyumadan şirkete geldim. İlk 1-2 saat iyi geçti ama 10 olduktan sonra pilim bitecek hale geldi ve 11 gibi " eve gidip uyusam mı " diye düşünmeye başladım. Ve tabi o saatlerde Larien'in kıçında pireler uçuşuyordu! Neyse ki şu an öğle paydosu ve ben bunları yazıyorum + eminim ki dün gece benimle oturan hiç kimse şu an uyumuyor :)

Eczacıbaşı Ekom, Saat 13,00-13,30...

Beraber staj yaptığım arkadaşlarımdan birisinin bugün halası vefat etti :( Allah gani gani rahmet eylesin, yakınlarına sabır versin. Başın saolsun arkadaşım :(

Eve dönüşüm de beklemediğim türden oldu. Uykusuzluktan gebermeme rağmen servisle geri dönüşte de uyuyamadım. Bu akşam erken yatmayı umuyordum ama Fenerbahçe'nin maçı var ve ben yine uykusuzum :(

11 Ağustos 2011 Perşembe

Olamaz mı?? Olur inşallah!!!

Merkez Bankası'ndaki 5 günlük stajımın ardından Ekom'a geri dönüş yaptım. Ama burada Merkez Bankası'nda olduğu gibi zevkli günler geçirmiyorum. Bu sebepten ötürü de stajımın haftada 3 güne düşürülmesini talep ettim. Saolsunlar kabul ettiler. İlk günden beri herkesin bana yaklaşımı çok olumlu. Aslında bu durum beni çok mutlu ediyor ama sonuçta Muhasebecilik uzun vadede düşünmediğim bir meslek ( eğer Merkez Bankası'na girersem orada Muhasebeci bile olurum orası ayrı ) olduğundan Ekom'da geçirdiğim günler sadece zamanı değerlendirmek, boş vaktimi doldurmaktan başka bir şey değil. Gerçi öğrenmeyi istediğim bir programı ( SAP ) az buçuk da olsa öğretiyorlar buda benim Ekom'da sonuna kadar kalmamı sağlayan faktörlerden biri.

Aklım Merkez Bankası'nda kaldı bi kere. Askerlik şartı aramayan bir kurum, yüksek lisans yada MBA yapmak için yurt dışına gitmek isteyenlere, gidecekleri ülkenin en iyi 40-50 okulu arasından bir okul seçmeleri şartıyla hem referans olan, hem burs veren, hemde çalışması devam ediyormuş gibi maaşını ödemeye devam eden bir kurum! ( bu iyilikleri karşılığında istedikleri tek şey yurt dışından döndükten sonra orada geçirdikleri sürenin iki katı süreyle bankada çalışmaya devam etmeleri ) Şubelerde çalışanlar için kontenjan az olduğundan yurt dışı şansları daha azmış ama idare merkezinde çalışanlar bu konuda çok şanslılarmış bize anlatılanlara göre. Aslında bende idare merkezinde çalışmayı şubede çalışmaktan daha çok istiyorum. Ama idare merkezi Ankara'da ve ben Türkiye sınırlarındayken İstanbul dışında bir yerde ikamet edebilir miyim bilmiyorum. Hadi diyelim ki ayrı kaldım İstanbul'dan ama idare merkezine personel alımlarında yaptıkları sınavları görünce dedim "tamam unut sen bu işi." :( Abi bu kadar mı kazık olur sınavlar. Benim o sınavları vermem için bir 4 sene başa dönüp İktisatı, Bankacılığı yaşam biçimi haline getirmem lazım. Bunlarla yatıp bunlarla kalkmam lazım. Zor, çok zor :( Ama ama olamaz mı??? Hayatta imkansız diye bir şeyin olmadığına inananlardanım. Ama burada da şöyle bir sorunum çıkıyor: Aslında çok sabırlı biri olmama rağmen kişisel gelişim, kariyer gibi konularda çok fazla bekleyebileceğimi zannetmiyorum bu konuya sabrım işlemiyor malesef :( Ama her şeye rağmen ben Ankara'da Merkez Bankası İdare Merkezi'ne giremez miyim? Girebilirim! ( Ve sanırım İnşallah girerim )

Neyse bu gelecek konularını bir kenara bırakalım. Az önce uzun zamandır görmediğim bir kişinin yeni bir fotoğrafını gördüm. Önemli bir geceden bir karedir herhalde diye düşündüm ama yalnızdı fotoğrafta. Üzerinde şık bir elbise vardı. Özlediğimi sanma dostum ama hala kabullenemediğim ve merak ettiğim bazı şeyler var. Bazen "sor gitsin" diyorum bazen de "boşver be sorsan ne değişecek! Sanki özledin kızı? Sanki görmek istiyorsun da merak ediyorsun? " diyorum. Ama şuanda da onunla en sık dinlediğimiz ve en çok sevdiğimiz şarkıyı çalıyorum! Aferin bana! " Let me help you " diye başladı " Unless i knew you, what would i do? " diye devam etti. Nasıl bitirdiğini ne sen sor ne ben söyleyeyim! Neyse en son konuşmamızda " hiç olmadığım kadar huzurluyum " demişti. Bende onun adına sevinmiştim. Umarım bu huzuru hiç bozulmadan böyle devam eder. 

Ben en iyisi biraz film izleyeyim. Arkadaşlarım " Brokeback Mountain " diye bir film tavsiye ettiler. İndirdim bilmem ne kadar zaman önce filmi. Şimdi benim için film izleme zamanı.


5 Ağustos 2011 Cuma

Çok çabuk bitti!

Bugün 5 günlük Merkez Bankası Staj Programı bitti. Sertifikalarımızı aldık. Öğrendiğim şeyler kariyer planlarımın değişmesine, şekillenmesine neden oldu. Yani çok faydalı bir 5 gündü diyebilirim. Bunlara ek olarak Merkez Bankası'nın Unkapanı'nda bir binası varmış bunu da öğrenmiş olduk. Bina içinde çalışanları yaşamdan soğutacak seviyede. Ama gariptir ki konuştuğumuz çalışanlardan sadece bir tanesi bu durumdan şikayetçiydi. Karaköy binası ise tarihi olmasının yanı sıra iç açan, insana bırakın çalışmayı yaşama hevesi veren bir mekandı adeta.

Şimdi şunu düşünmekteydim. Acaba önümüzdeki hafta Eczacıbaşı'nda devam etsem mi etmesem mi?

1 Ağustos 2011 Pazartesi

Thanks God!

3,5 aydır beklediğim gün sonunda geldi ve bugün T.C Merkez Bankası İstanbul Şubesi'nde staja başladım. Sadece 5 gün sürecek ama daha ilk gün ilk saatlerden itibaren beklediğime değeceğini hissettiğim bir staj olacağından şüphem yok. Tek sorun Ramazan ayıyla birlikte başlaması ve oruçla birlikte bu stajı sağlıklı yürütümeme endişem :(

Dün geç yattığım ve gece sahura kalktığım için bu sabah uyanmakta güçlük çektim. Zaten Merkez Bankası'nın İstanbul Şubesi olduğunu sandığım bina da İstanbul Şubesi falan değilmiş. Sabah yanlışlıkla ters istikamete giden metroya binmem de cabası! Allah'tan sadece iki durak sonra ayıktım da geri döndüm. Olmam gereken yere yaklaşık 12-13 dk önce vardım ama benimle beraber staj programına katılan diğer 4 kişi benden bayağı önce gelmişler ve beni beklemişler. E hepsi kız bide onlarla ilgilenen kısım amiri de kadın olunca dışarıya " geç kalan erkek " gibi gözüktüm her ne kadar 12-13 dk önce gitmiş olsamda.

Benim gibi oruç tutar diğer kişiyle öğle paydosunda galata köprüsündeki mekanlardan birine girip tavla oynadık. İlk oyunda beni mars ederek 2-0 öne geçti. Sonra üst üste 3 oyun aldım ama üçünde de marsı son anda kaçırdım. Bütün bunlar devam ederken rakibim sevgilisiyle telefonda konuştu ve artık o konuşma da neler konuşulduysa kız üst üste 3 oyun alıp beni 5-3 yendi :@

Katıldığımız servislerde güler yüzlü insanların bizlerle yakından ilgilenmesi çok hoşuma gitti zaten kafamda olan bir kurumdu Merkez Bankası ve bugünden sonra kariyer hedefim oldu diyebilirim. Yalnız üzüldüğüm şey Uzman ve Uzman Yardımcıları'nın sadece Ankara'da bulunuyor olması oldu. Yani Merkez Bankası İstanbul Şubesi'nde çalışmak istersem bu işe Memur olarak başlayacağım ve yükseleceğim en üst nokta Şube Müdürlüğü olacak. ( inşallah Yarabbim duy sesimi ) Uzman yada Genel Müdürlük Çalışanı olmam için Ankara'ya yerleşmem gerekecek. Şimdiden vazgeçtim galiba.

Günün sonunda Eminönü'den otobüslere binmek için kalkış duraklarına doğru yürüdüm. Daha doğrusu o yöne doğru yürüdüğümü sandım. Peşimden de birini sürükledim. Yanlıştan kısa sürede döndük neyse ki.

Geçen Cuma komşu olduğumuzu fark ettiğim komşum çaya çağırdı, gidiyim dimi?
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...