28 Eylül 2011 Çarşamba

Bilinmeye Yapılan Yolculuk / II

3 ay sonra...

Aylar önce Kırım Limanı'na varmıştı Genç. Yatını orada bırakıp Ukrayna üzerinden önce Rusya'ya, buradan da Tibet'e geçmişti. Tibet'te belki de ebediyen kalabilirdi. Öğrencilik yıllarındayken bir arkadaşıyla beraber buralara gelmenin hayalini kurmuştu hep. Ama hiç fırsatı olmamıştı. Ne kendisinin, ne de arkadaşının. Şimdi o, bu hayalini gerçekleştirdiği için mutluydu.

Burada çok iyi ve çok bilge insanlarla tanıştı. Hepsinden bir şeyler öğrenmeye niyetliydi. Bir kaç günlük dinlenmenin ardından merdivenleri çıkmak için yola koyuldu. Ama bir şey hep geri itiyordu onu. Hayalini gerçekleştirmesine az kalmıştı hemde çok az. Ama bir şey hep geri itiyordu onu. Ayakları geri geriye gitmeye başlamıştı gencin.


  " Geri dön! "

O da neydi? Kim vardı orada?.. Bölge halkının sakinleri. Ama kimsenin Türkçe bilmediğine emindi genç. Ya da Türkçe değil miydi yoksa gelen ses? Hangi dilde seslenilmişti ona? Genç birden aşırı bir heyecana kapıldı. Kalp atışlarının hızlandığını hissedebiliyordu. Dinlemedi kalp atışlarının sesini, kapadı gözlerini ve merdivenlere doğru koşar adım yürümeye başladı.

4 ay sonra...

Genç en büyük hayallerinden birini gerçekleştirdikten sonra Tibet'ten ayrılmayı düşünmüştü. Nereye gideceğine karar veremiyordu. Yatını Kırım Limanı'nda bırakmak istemiyordu. Bir süre daha Tibet'te kaldıktan sonra oraya gitti. Tekrar Karadeniz'e açıldı. Boğazlardan geçerek Akdeniz'e, oradan da Atlantik'e açılabilirdi. Akdeniz üzerinden gemiyle İtalya'ya, Atlantik üzerinden de yine gemiyle Meksika'ya gitmek de çocukluk yıllarından beri istediği yolculuklar arasında yer alıyordu. Bunu yapabilirdi. Ama Boğazlar'a girmeye cesareti yoktu. İstanbul'dan geçerken, eşsiz büyüsüne kapılıp tekrar şehrine dönmek isteyebilirdi. Ama genç iradesine güvenerek, böyle bir şeyi ne kadar istese de bir günlüğüne bile yapmamaya yemin ederek Boğazlardan Akdeniz'e açılmaya karar verdi ve rotasını bu şekilde belirledi.



Eşya dolabını karıştırırken Şiir Defteri'ni buldu genç. Bu defterin farklı bir anısı vardı. Defterin her sol sayfasında gencin yazdığı şiirler bulunurdu. Sağ sayfasına ise genç sevdiği şairlerin sevdiği şiirlerini yazardı. Ve ona bu defteri bu şekilde kullanmasını söyleyip hediye eden kişi ilk ve tek karşılıksız aşkıydı. Bu bir doğum günü hediyesiydi. Arkadaşı-aşkı gencin yazdığı şiirleri çok severdi ve ikisinin de en çok beğendikleri şairler ortaktı: Nazım Hikmet, Can Yücel. Bunlara ek olarak Ömer Hayyam, Özdemir Asaf, Ahmet Hamdi Tampınar...

İlk sayfada 4 dizelik bir şiirini gördü genç. Bütün sol sayfalardaki şiirler gibi bu da ilk aşkı için yazılmıştı:

  " Gözlerim gülüşünü görmek,
     Kulaklarım sesini duymak için.
     Seni görmedikçe gözlerim kör,
     Sesini duymadıkça kulaklarım sağır... " 


Bu şiir onun için yazdığı ilk şiirdi. Bocaladığı zamanlardı. Arkadaş olarak kalmayı beceremediği ama aşkının peşinden koşmaya da cesaret edemediği zamanlardı. Bu şiir aşkına, artık bir şey hissetmediği yalanını söylemeden bir kaç gün önce yazılmıştı. Genç, aşkını artık kendisine karşı bir şey hissetmediğine ikna etnikten kısa bir süre sonra aslında eskisi gibi arkadaş olarak kaldıkları yerden devam edebilmişlerdi. Bir kaç ay geçtikten sonra da eskisinden daha samimi iki arkadaş olmuşlardı. Bu süreçte ikisinin de farklı insanlarla ilişkileri olmuştu. Genç mutluydu, gerçekten unuttuğunu sanıyordu. Ama düzeysiz her ilişkisinin bitmesinin ardından aklına hep biten ilişkisi yada eski sevgilileri değil de ilk aşkı geliyordu. Genç biriyle birlikteyken beynini ondan arındırabiliyordu ama her yalnız kaldığınla eski zaafı tekrar su yüzüne çıkıyordu.

Genç defterin sağ tarafına baktı. Özdemir Asaf'tan iki dizelik bir şiir vardı:

  Beni öyle bir yalana inandır ki
  Ömrümce sürsün doğruluğu...

Doğru olması gerekmezdi. İlk aşkının ondan hoşlandığını yada hislerine karşılık vereceğini duymayı çok isterdi. Doğru olması gerekmezdi...

Son sayfasına baktı defterin. Yazdığı son şiiri gördü. Bu şiiri ilk aşkını uzun sayılabilecek bir süredir görmediği bir zamanda yazmıştı.

  " Seni yaşamak istiyorum, yaşıyorum ama sensiz
    Seninle ölmek istiyorum, ölüyorum ama sensiz
    Ömrüm oldukça seninle yaşamak, 
    Ömrüm bitince, ellerinde ölmek... "     


Sağ tarafa baktı tekrar. Aynı zamanda bu deftere yazılan son şiir. Nazım Hikmet'ten:

  Gittiğim eğer bensem, söyle bana kimden gittim?
  Sende yoktum zaten ben, ben yine bende bittim!

Sahi ya genç kimden gitmişti? Kaçabilmiş miydi kendinden? Kendi geçmişinden?..

Genç bıraktı defteri. Bir-den ilk aşkına verdiği ama tut(a)madığı bir sözünü hatırladı. Bu defter bittiği zaman hem kendi şiirlerini hemde sevdiği şiirleri içeren bu defteri okuması için arkadaşı-aşkına verecekti. Sahi üstünden bu kadar zaman geçmesine rağmen neden bu sözünü tutmamıştı? Şimdi hatırladı. Bu defter dolmadan önce aşkı-arkadaşı bir başkasıyla evlenmişti. Evet sebep buydu. Ama şimdi bekardı. Evliliğini yürütememiş sadece 14 ay evli kalmıştı. Bu biten evliliğin ardından bir süre İstanbul'dan uzaklaşmıştı arkadaşı-aşkı. Ama İstanbul'a döndükten sonra daha sık görüşmeye başlamışlardı. Bu zamanlarda şiir yazmaya ara vermişti genç. Yoğun iş hayatı onu fazlasıyla yoruyordu ve o en ufak bir fırsatta ilk aşkını görmenin yollarını arıyordu.

Gencin en son ilişkisi, ilk aşkı evlendikten 2 ay sonra başlamıştı. Yolunda gibi gözüken bu ilişkisi de yoğun iş hayatı nedeniyle bitmek zorunda kaldı. Sadece 7 hafta sürmüştü. Ve genç artık bir daha bir ilişki aramamaya yemin etmişti. Ömrünün sonuna kadar yalnız yaşayacak ve yalnız ölecekti.

1 ay sonra...

Genç İstanbul Boğazı'na yaklaşmıştı. Elinde ilk aşkının ilk hediyesi olan şiir defteri. Aklında ona verdiği söz... Genç Ege'ye doğru devam etmek istemedi. Yaklaşık bir sene önce verdiği karardan döndü. Daha fazla dayanamadı ilk aşkından ayrı kalmaya, İstanbul'undan uzakta yaşamaya...

İstinye Marina'ya demirledi yatını. Bu şehre ayak basar basmaz içine mutluluk ve huzur dolduğunu hissetti. Yatından aldığı tek eşyası şiir defteriydi gencin. İlk işi de kendine bir cep telefonu ve yeni bir hat almak oldu. Ezbere bildiği tek bir numara vardı. Ezbere bildiği ve unutmadığı. O numarayı çevirdi:

-Alo?

-Selam, benim.

-Haha! Haklı çıktım bak. Bu sefer şaşırtamadın beni. Ne kadar oldu sen gideli? Anca 1 sene falan dayanabildin değil mi?

-Aşağı yukarı. Sen nasılsın?

-İyi değilim. İstanbul'da mısın sen?

-Evet. Neyin var? Neden iyi değilsin?

-Boşver telde konuşmayı. Evdeyim ben. Hadi gel, bekliyorum. Uğrayacak bir yerin yada bir işin yoksa tabi?

-Hayır, yok. Geliyorum.

Telefonda arkadaşı-aşkının sesi hasta gibi geliyordu. Genç panikledi. Ve hemen ilk aşkının Cankurtaran'daki evine gitti. ( elinde şiir defteriyle birlikte )

- Hoş geldin. Hem şehrine, hem evime hoş geldin. ( gence sarılıp onu öperek söyler bunları )

- Hoş buldum. Haklı çıktın, daha fazla dayanamadım. Gittiğim her yere, gittiğim ilk gün " ömrümün sonuna kadar burada yaşayabilirim " dedim. Ama hiçbir yerde kalıcı olamadım. Yaşayamadım.

- Çocukken hep " her yeri gezeceğim, dünyanın her yerinde yaşayabilecek konuma geleceğim ama sadece İstanbul'da yaşayacağım ve burada öleceğim " derdin.

- Zaten sırf bu sözümü yememek için döndüm. ( gencin bu itirafıyla karşılıklı gülerler ) Neyin var? N'oldu sana?

-Sen bir yıldır sakal traşı olmadın mı yoksa? Sakalların çok uzamış en yakın zamanda kes onları.

- Tamam keserim. Sen benim sakallarımı bırak da sana noldu onu anlat.

- İşten kovuldum. Ha bide kalp damarlarımda tıkanıklık varmış. Hafife alınmayacak seviyede imiş. Bir de sigarayı ve alkolü bırakmam lazımmış. Mış ta mış! Sen söyle Allah aşkına, hem böyle kötü haberler veriyorlar-ki işten kovulmamı da ekle bu kötü haberlere- hem de sigaradan alkolden uzak durmamı söylüyorlar. Var mı böyle bir dünya? Hem devlet hastanesine gitmem ben. Özele verecek paramda yok. Eğ...

- Kalk ayağa. Gidiyoruz.

- Nereye?

- Hastaneye. Merak etme devlet hastanesine değil. Tedavi olacaksın. Masraflarını ben karşılayacağım. Sigaranı da alkolünü de içeceksin. Beraber içeceğiz hemde. Ve ben bunları ikinci kez söylemeyeceğim!

2 ay sonra...


  " Duyma sakın bunları sen,
    Seni sevdiğimi haykırıyorum tüm dünyaya.
    Sakın bunları duyma sen.
    Bilmemelisin sensiz bir hiç olduğumu
    Duymamalısın bu haykırışlarımı
    Görmemelisin ağladığımı...  "


- Vaaaaavvvvvv. Bunca zaman sakladın benden bu şiirleri. Unutmuşum ben bu defteri. Defter bitmiş, biteli yıllar olmuş sen bana daha yeni gösteriyorsun. Pislik. Alacağın olsun. Hıh!

- Ne yalan söyleyeyim işlere o kadar dalmıştım ki... O kadar çok şey unutmuşum ki...

Genç sözünü tutmuş, ilk aşkının tedavi masraflarını karşılamıştı. Aşkı-arkadaşı şimdi daha sağlıklıydı. Gerçi ikisi de hala işsizdi. ( Genç artık çalışmak istemiyordu. Geçimini sağlayabilecek kadar parası vardı. Tekrar yoğun iş temposunu kaldıramazdı. İlk aşkının da çalışmasını istemiyordu. Ona bu günlerde kendisi bakıyor ve bunu yapmaktan mutluluk duyuyordu. Ona ebediyen bakabilirdi.) Gün boyu sokaklarda dolaşıp fotoğraf çekiyorlardı. Çektikleri fotoğrafları dergilere gönderip yayınlanmalarını bekliyorlardı. Genç söyleyememişti içindekileri. Ona hala aşık olduğunu, onu hiç unutmadığını söyleyememişti. Ama bu günlerde mutluydu. Sürekli birlikte vakit geçiriyorlar ve fotoğraf çekmek gibi çok keyifli bir iş yapıyorlardı. İkisi de mutluydu...


 

Ohh Bee!

Bugün en nihayetinde ders programıma son şeklini verdim. Ve o hiç ilgim olmayan uluslar arası pazarlama yı bırakabildim. Pazartesi günüm boşaldı çok şükür. Yerine Yönetimde Güncel Uygulamalar diye bir ders aldım salıları girecem derse. Hocası iyi biri saolsun beni de sever derslere girmesem de not sıkıntım olmayacak ahahaha :D

Gerçi yine arkadaşlarımın aklına uyup çarşamba akşamı olan dersi değiştirdim aynı gün aynı saate başka bir ders aldım ama bu dersi danışman hocam da tavsiye etmişti. Hadi bakalım hayırlısı :D

26 Eylül 2011 Pazartesi

Ne Diye Kendi Bildiğimi Yapmadım Ki?!

Yeni eğitim dönemi hepimize hayırlı olsun, eyvallah. Geçen hafta açılan okulum, Bologna Süreci nedeniyle derslerin tamamlanmayıp öğrenci işlerine geç bildirilmesi sorunu ve bizim otomasyonu vaad edilen tarihten yaklaşık bi 30 saat sonra kullanabilmemiz gibi sıkıntıları dakika bir gol bir olarak bizlere sundu.

Bu dönem 13 seçmeli ders arasından 5 tane seçeceğim için hocalarıma danıştım. Derslerin hocalarıyla falan görüştüm. Almayı en çok istediğim iki ders ( Sermaye Piyasası ve Finansal Kurumlar - Ekonomik Krizler ) aynı gün aynı saate denk gelmişti. Birini seçmek zorunda kalmak bayağı bayağı koydu bana. Neyse ki ders programı değişti ( daha doğrusu bugün öğrendiğim kadarıyla Ekonomik Krizler dersinin hocası ben kendisine Sermaye Piyasası dersiyle çakıştığını söylediğim için kendi dersini başka bir güne aldırmış ) ve çok güzel bir programım oldu. Haftanın 4 günü okuldayım, pazartesi off günüm ve istediğim dersleri almış bulunmaktayım. Ama bu durum nedense beni mutlu etmeye yetmedi ve ben gidip arkadaşlarımın aklına uyarak Ekonomik Krizler'i ve Dekan Yard. hocamızın önerdiği bir dersi bıraktım alakasız iki ders seçtim ( danışman hocamın o dersleri onaylamama ihtimalinin yüksek olduğunu bile bile ). Ve bildiğim gibi danışman hocam o dersleri onaylamadı. Ben bıraktığım derslere geri döneyim bari dedim o da ne??? Kontenjan dolmuş! Hemde ikisinin de! Geriye neler kaldı peki? Hiç ilgim olmayan Uluslar arası Pazarlama ve Girişimcilik! Girişimcilik çok sıkıntı değil de Uluslar arası Pazarlama ile ne işim var benim ya? Hemi de bu uluslar arası pazarlama pazartesi günleri girişimcilik de cuma. Yani noldu? Haftanın 5 günü doluyum! Ohhh ne mutlu bana!!!

Bugün uluslar arası pazarlama dersine girdim ve hocasına dersine ilgi duymadığımı, kredi yükümü doldurmak için seçtiğimi de söyleyince hocanın bana kıl olmasını da sağlamış olmuşumdur herhalde. Gerçi ben bunları söyledikten sonra bana " dürüst itirafım için teşekkür etti " amaaaa bu adam bu okula ilk defa geliyormuş ne sağını bilen var ne solunu. Sağını, solunu görüp; huyunu, suyunu da biz öğreneceğiz artık yapacak bir şey yok. Aslında background'ndan etkilenmedim değil. Başarılı bir iş adamına benziyor. Sağlam yerlerde çalışmış, sağlam referansları olan birine benziyor. Derse ilgi duymadığım halde bu " sağlam " kişiden faydalanmak için derse devam edeceğim gibime geliyor. Ama sırf bu ders için de pazartesi sendromu yaşayamam ben yaaa :(  Ve unutmadan söylemeliyim ki bu adam toplam 135 dklık aktif ders ve 15 dk dan iki arası olan süreyi aralıksız 120 dk olarak kullanıp bunun üstüne " Hadi bugün sizi erken bırakayım " demez mi???? Anlayacağınız üzere ya sabır dedik durduk.

Neyse daha sonra canım dostum, nam-ı değer teyzem(!) ile buluşup yemek yedik, sağ olsun yemek ısmarladı bana ahaha :D Sultanahmet Köfteci'sinden Soya Soslu Tavuk :) Hiç yemediyseniz şiddetle tavsiye ediyorum, kesinlikle yemelisiniz. Oradan çıkıp Bakırköy'e geçtik. Kitap falan baktık ALES için. Önce Capacity'de biraz oturduk, bir dostumuz daha katıldı bu sürede bize. Daha sonra Galleria'ya geçtik güzelim sütlü tatlıları ile meşhur olan Saray Muhallebici'sinde oturduk biraz. Sütlü tatlılarımızı yedik, üstüne Türk kahvesi içtik. ( teyzem de ben de çok severiz Türk kahvesini ama onun benim üzerime kahve dökmesi gibi hoş bir anımız da yok değil ama neyse ) Ve her sefer olduğu gibi bu seferde teyzem bana kahve falı baktı. Çok göz varmış lan bende her fal bakmasında aynısını söylüyor ne bu gözler anasını satıyım ya defolun gidin lan üzerimden! Bir de bir kız figürü gördüğünü ama bu figürün kafasının olmadığını söyledi, yada onun gibi bir şey. Birde falımda H, İ, S harfleri çıktı. Bir önceki falımda da Z, Y, T ve U harfleri çıkmıştı. Bu harfler benim için bir şey ifade etmiyor ama falımda çıkıp duruyor. Önemli olan; Interrail'e yolum çıkmış ! Oleyyy be! diyorum. Dışarıdan biri gelip ailemin içinden mi çevresinden mi ne dolanmış öyle bir şey de söyledi ama tam hatırlamıyorum ama bunu söylerken mutlu bir yüz ifadesi takınmıştı iyi şeyler söyledi herhalde diyeyim bende. Ha unutmadan klasik durum: içim kabarmış lan :(

Sonra diğer dostumuz teyzeme fal baktı. Tam dinlemedim ama galiba teyzemin yurt dışına yolu çıktı ve teyzeme kabaran bir şeyler mi ne varmış :p

Böyle dandik başlayan gün güzelcene devam etti ve devam ettiği gibi bitti.

Bir sonraki sefere, buluşmak üzere...

22 Eylül 2011 Perşembe

Öldüren Mısralar!..

... sevinçlerinde onlar vardı hüzünlerinde onlar
    seninle yeşerdiler, seninle soldular
    olsunlar senden sonra da umut yaprakları...

... üstad Murathan Mungan bir şiirinde der ki
    " Bazı aşklar yalnızca ayrılıkları için bile değer "
    değdi nar çiçeğim, değdi
    acın, ömrüme değdi...

... yaşayacağım, ama çok, pek çok
    ama sen de beraber...

... sana bir şiir getiririm
    sözler rüyamdan fışkırır
    dünya bölümlere ayrılır
    birinde bir pazar sabahı
    birinde gökyüzü
    birinde sararmış yapraklar
    birinde bir adam
    her şeye yeniden başlar...

... göz kırptığım renkten, kulak verdiğim sesten
    affet senden habersiz aldığım her nefesten...

... çekilmez bir adam oldum yine
    uykusuz, aksi ve lanet
    yine her sefer ki gibi haksızım
    sebep yok, olması da imkansız
    bu yaptığım iş ayıp, rezalet
    fakat elimde değil
    seni kıskanıyorum...

... duymak istediklerimi söylemiyorsun hiç
    dokunmuyorsun bana
    seni gibi bir şimşek çakıyor
    tam kalbime düşüyor yıldırımı
    ben gidiyorum...

... bir şey kaldı gecelerin birinde
    senden
    öncesinde bilinmemiş bir şey
    silinmez bir ses gibi giden
    kelimelerden büyük, kelimelerin içinde
    bir şey kaldı senden
    yaşamaların arasında, kaçamak'lı...

... sana gitme demeyeceğim
    ama gitme, lavinia
    adını gizleyeceğim
    sen de bilme, lavinia...

... seni bulmaktan önce aramak isterim
    seni sevmekten önce anlamak isterim
    seni bir yaşam boyu bitirmek değil de
    sana hep hep yeniden başlamak isterim...

... sen say ki
    ben hiç ağlamadım
    hiç ateşe tutmadım yüreğimi
    geceleri, koynuma almadım ihaneti
    ve say ki
    bütün şiirler gözlerini
    bütün şarkılar saçlarını söylemedi
        ...
    bir adın kalmalı geriye
    bir de o kahreden gurbet
    beni affet
    kaybetmek için erken
    sevmek için çok geç...

... demiştim sana hatırlarsan
    önemli olan " zamana bırakmak " değil
    " zamanla bırakmamaktır "
    şimdi bana geçen o zamanın
    unutulmaz sancısı kalır
    GİTTİĞİM EĞER BENSEM SÖYLE BANA KİMDEN GİTTİM?
    SENDE YOKTUM ZATEN BEN, BEN YİNE BENDE BİTTİM...

... sevgili seninle ben pergel gibiyiz
    iki başımız var, bir tek bedenimiz
    ne kadar dönersem döneyim çevrende
    er geç baş başa verecek değil miyiz?..

... kim demiş haram nedir bilmez Hayyam
    ben haramla helalı karıştırmam;
    seninle içtiğim şarap helaldir,
    sensiz içtiğim su bile haram...

... erkek dediğin
    cesur olacak cesur
    seni seviyorum derken
    korkmayacak
    başka şeylerin
    arkasına gizlenmeyecek
    seviyorum deyip
    bir sonraki perdede kaçmayacak
    özlüyorum diyorsa gelecek
    kaybetmek istemiyorum diyorsa
    KAYBETMEYECEK...

... bağlanmayacaksın bir şeye öyle körü körüne
    " o olmazsa yaşayamam " demeyeceksin
    demeyeceksin işte
    yaşarsın çünkü...

... biliyorum, kolay değil yaşamak...

... İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı
    serin serin kapalı çarşı
    cıvıl cıvıl mahmutpaşa
    güvercin dolu avlular
    çekiç sesleri geliyor doklardan
    güzelim bahar rüzgarlarında ter kokuları
    İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı...

... bakakalırım giden geminin ardından
    atamam kendimi denize, dünya güzel
    serde erkeklik var, ağlayamam...                      

... sorma,
    elim kırılsın bir daha dokunursam
    güneşe...

... senin kalbinden sürgün oldum ilkin
    bütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süreği
    bütün törenlerin, şölenlerin, ayinlerin, yortuların dışında
    sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
    af dilemeye geldim, affa layık olmasam da
    uzatma dünya sürgünümü benim
           ...
    seninle söyleşip durdum bir ömrün baharında yazında
    şimdi onun birdenbire gelen sonbaharında
    sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
    af dilemeye geldim affa layık olmasam da
    ey çağdaş Kudüs ( Meryem )
    ey sırrını gönlünde taşıyan Mısır ( Züleyha )
    ey ipeklere yumuşaklık bağışlayan merhametin kalbi   
    sevgili
    en sevgili
    ey sevgili
    uzatma dünya sürgünümü benim...

... herkesin mutlu olmak için başka bir yolu varmış
    kendi yolumu çizdiğimde anladım
              ...
    ağlayanı güldürebilmek ağlayanla ağlamaktan daha değerliymiş
    gözyaşımı kahkahaya çevirdiğinde anladım
              ...
    sana " ihtiyacım var, gel " diyebilmekmiş güçlü olmak
    sana " git " dediğimde anladım
              ...
    biri sana " git " dediğinde, " kalmak istiyorum " diyebilmekmiş sevmek
    " git " dediklerinde anladım
              ...
    yüreğinde aşk olmadan geçen her gün kayıpmış
    aşk peşinden neden yalınayak koştuğunu anladım...

... ben sana mecburum bilemezsin
    adını mıh gibi aklımda tutuyorum
    büyüdükçe büyüyor gözlerin
    ben sana mecburum bilemezsin
    içimi seninle ısıtıyorum...

...  NE HASTA BEKLER SABAHI,
     NE TAZE ÖLÜYÜ MEZAR,
     NE DE ŞEYTAN BİR GÜNAHI,
     BENİM SENİ BEKLEDİĞİM KADAR

     GEÇTİ İSTEMEM GELMENİ,
     YOKLUĞUNDA BULDUM SENİ;
     BIRAK VEHMİMDE GÖLGENİ,
     GELME, ARTIK NEYE YARAR?            
   
   
   

18 Eylül 2011 Pazar

What The Fuck!

Mart 2011 ortaları yada sonlarına doğru:

" Sen olmasan ben napardım? " 

Nisan 2011'in başları:

" Beni yalnız bırak, ben pes ettim, yaşamak istemiyorum " 

Güzel... Mutlu, mesut gidiyorduk. Sebepsiz yere neler neler oldu! Anlayış gösteren taraf ben oldum ama kaybeden taraf da ben oldum. Sonra mı? 

Temmuz 2011'in sonlarına doğru bir mesaj:

" Eczacıbaşı'nda staja başlamışsın, hayırlı olsun. Bunun için çok çalışmıştın hak ettiğin yerdesin. " Muhabbetin devamı: " Aynı işte çalışıyorum. Hayatımda bir mucize olmadı. Çok az kazanıyorum. Ama hiç olmadığım kadar huzurluyum. "

Geçti, gitti dedim. Rahattım. Gayet rahattım. Ta ki geçenlerde rüyamda onu tekrar görene kadar. Rüyamda görmek çok da önemli değil de o rüyada onunla tekrar birlikte ve mutlu olduğumuzu görmekte neyin nesi Allah aşkına?! Mesaj atıp halini hatrını sordum. Nasılsın diye merak ettim dedim. Daha sonra onu rüyamda gördüğümü, bu rüyada onun gayet neşeli ve mutlu olduğunu söyledim. Demedim tekrar birlikteydik diye. Ve bu rüyanın etkisiyle dün gece yine sabahladım. Fotoğraflarına baktım face'den. Sanırım sevgilisi var. Daha doğrusu bir kız herhangi bir arkadaşına yada dostuna " aşkın bir tarifi olmasa seni nasıl anlatırdım " demezse bunu sadece sevgilisine söylerse, onun da sevgilisi var.

Peki ben ondan ayrıldıktan bilmem kaç ay sonra birilerine ( evet farklı dönemlerde birden fazla kıza ) ilgi duymuş iken hatta geçmişe döndüğümüzde çok uzak değil sadece 1,5 ay önce birinden hoşlanmış iken, şimdi ne diye bu rüya kafama takılıyor, bir gece uykusuz kalıyorum ve her şeyden önemlisi neden şimdi bunları buraya yazıyorum? O What the Fuck!  

17 Eylül 2011 Cumartesi

Ya Siz Hangi Zamana Dönmek İsterdiniz?

"Eğer, hayatımızın bir an'ına gidip orada sonsuza dek kalacaksınız deseler yalnızca iki şeyden birini seçmek isterdim. Biri, o çocukluğun bahçesindeki ağacın dalına asılı salıncakta sallanırken… Öteki, bütün hayatım boyunca en çok sevdiğim adamla öpüştüğüm ilk gün… Herkes âşık olmanın ortak dilini bulup yazmaya çalışıyordu. Ama aslında bu kadar basitti işte: Birini öptüğünde salıncakta sallanır gibi hissediyorsan âşıksın."  ( O Kitap ) 

Hem Larien'in son yazısından az çok aklıma düşmesi hem de dün D&R'da bahsi geçen kitabı tekrar görmem bu yazıyı yazma isteği oluşturdu içimde. Siz bana sormayın hayatının hangi anına gidip orada sonsuza kadar yaşamak isteyeceğimi ( çok merak edenlere özelden mail atabilirim ) ama siz söyleyin hangi an'ınızın sonsuz olmasını isterdiniz?

14 Eylül 2011 Çarşamba

MİM ( for sestod )

Sevgili sestod beni mim'lemiş. Teşekkür edeyim. Merak ettiği şey de erkeklerin bir günlüğüne kız olması durumunda ne yapacağı ne yapmak isteyeceği vs vs imiş. Daha önce hiç bunu düşünmemiş ve istememiştim. Şimdi de düşünmeyeceğim ve en önemlisi istemeyeceğim, halimden ve cinsiyetimden son derece memnunum hahaha. Ama doğaçlama yapıyormuş gibi " böyle bir durum olsaydı... " diye düşünerek aklıma gelen ilk şeyleri yazacağım. ( doğaçlama yapalım biraz sestod yanlış hatırlamıyorsam amatör olarak tiyatro oyunlarında yer alıyordun bende 4 sene boyunca okulumun tiyatro kulübünde yer alıp amatör olarak sahneye çıktım )

Bir günlüğüne kız olsam herhalde her şeyden önce akşam arkadaşlarımla dışarı çıkmak için babamdan izin alma kısmını heyecanla beklerdim - acaba ne kadar zor olurdu?

Gözünüzü çıkarmadan o kalemi nasıl sürüyorsunuz gözlerinize bunu da başarmayı isteyebilirdim herhalde.

Topuklu ayakkabı ile yürümek kısmı. Benim anlam veremediğim ve herhalde hiçbir zaman anlayamayacağım bir şey. Herhalde bir günlüğüne kız olsam topuklu ayakkabı giyerdim ( şey ben yüksek tabanlı diye kışları bile bot giyemiyorum da :D )

Hadi diyelim ki izni aldım çıktım gezdim tozdum dolaştım vs vs gün bitimine denk geldik ve sırada ortamdaki erkeklerden birinin beni eve bırakmasını beklemek olurdu herhalde ( şey bugüne kadar gittiğim her yerden geriye tek başıma döndüm de :p )

Şimdilik bu kadar aklıma başka bir şey gelmedi..

Bir sonraki MİM'de görüşmek üzere...

12 Eylül 2011 Pazartesi

Bir Kitaptan / IV

" Dinle beni, her şeyi anlatacağım sana. Şu ana kadar kendime bile itirafa cesaret edemediğim şeylerin hepsini anlatacağım sana. Geceleri, zifiri karanlıkta vicdanıma hep bunları sormuştum. Bazen karanlık o kadar koyu olur ki, Tanrı bizleri görmüyor sanırız. İşte böyle zamanlarda kendimi sorguya çekmiştim hep. Dinle. Seni tanımadan önce bende mesuttum. Evet mesuttum. Yani daha doğrusu kendimi mesut sanıyordum... "

11 Eylül 2011 Pazar

Bir " Özlem " Var İçimde Uzaklara Doğru...

4 gündür İstanbul Fashion Week organizasyonda çalışmaktan yorgun, bitkin, ölü vs vs düşmüş bulunmaktayım. Ve aslında bunlara ek olarak bugün başlayacak ve 5 gün sürecek bir kongre de daha çalışacaktım ama kongre ile ilgili aldığım olumsuz duyumlar ve yarın öğlene kadar dolu olmam bu kongreyi iptal etmemi sağladı ve ben bugün sevgili kuzenimle birlikte Galata Kulesi'ne çıkıp eşsiz manzarayı seyre dalarak 4 günlük yorgunluğun acısını çıkaracağım.

Ama öncesinde ne zamandır yazmak istediğim ama sürekli ertelediğim bir konuda bir şeyler yazacağım ( bugün yazacağım çünkü Can Dündar'ın bugünkü yazısını okuduktan sonra " özlem " im depreşti! ) Bu özlem, çocukluğuma... ( tamamen tesadüftür ki şuan her dinleyişimde beni alıp bi başka yerlere götüren ama sıklıkla çocukluğuma götüren Nocturne şarkısı çalıyor )

Güzel günlerdi, neşeli günlerdi. Hiçbir şey bilmezdim. Hiçbir kaygım, tasam yoktu. Tek bildiğim gülmekti, gülmek ve eğlenmek. Üniversitedeki inkilap hocam her defasında dersine başlamadan tahtaya " özlü " sözlerini yazardı. Ve bir keresinde " Hiçbir şey tek başına iyi yada tek başına kötü değildir. İki şey hariç: Bilgi iyidir, bilgisizlik kötü " yazmıştı. Hocamın böyle özlü sözlerini çok sever ve hepsine katılırdım. Bu söze ne kadar katılmam gerekiyor? Bu söz ne kadar doğru? Lütfen, siz karar verin takipçilerim :)

İlkokula başlamadan önce: sabah erken saatlerde uyanır, kahvaltı sonrası sokağa çıkar ve tekrar acıkana kadar deli gibi top, saklanbaç, yakalamaca vs vs oynardık. Acıkınca mola verir, karnımızı doyurur annem camdan " hadi artık geç oldu gelin içeri " diye bilmem kaç bin kere bağırdıktan sonra eve girerdik ( abim ve ben )



İlkokul yılları: Pek çok çocuğun aksine ( anaokuluna da gitmemiş olmama rağmen ) ilk günlerimde hiç sıkıntı çekmedim. Saolsun ilkokul hocam beni çok severdi ( tabi bende onu ). Benle hep yakından ilgilenirdi, ellerinden öperim hocam :) Okumayı söken ilk çocuk ben değildim ama 8 sene boyunca o sınıfta kalıp her dönem sınıfın en çalışkan ve en başarılı öğrencisi olmuştum ( tebrik ediyorum kendimi :D ) neyse okumaya dönelim. Bir arkadaşım okumayı söktüğünde onu kıskanmıştım. ( vay be çocukluk işte insan arkadaşının başarısını ve mutluluğunu kıskanır mı hiç?? A aa ne ayıp bana! ) Ve hemen bu işe ağırlık verip okumayı söken ikinci öğrenci olmuştum. Neyse onun dışında da gerek dersler gerek öğrenilen yeni şeyler ve en önemlisi tenefüsler.. Bazen derslerde canım sıkıldıkça beni seven hocamın yanına gidip " hastayım eve gidebilir miyim " diye yalanlar uydurup erkenden eve gelip babamın yatağında uyuduğum zamanlar... ( evet bacak kadar sıpayken de şuan olduğu gibi uykuya fazlasıyla düşkündüm ) ve tabi okul dışı saatlerde yine sokaklarda oynanan oyunlar. Bu sefer saklanbaç ve yakalamaca'nın yerini tasolar ve sigara kağıtları almıştı. İğrençmişim lan sokaklarda sigara kağıtları toplardım hahaha :D Facebook saolsun ilkokul arkadaşlarımı ve hocamı tekrar buldum :D bi kaç kere görüşme fırsatım oldu. Ama eski günlerdeki gibi değildik hiçbirimiz dolayısıyla muhabbetlerimiz de o zamanlar ki gibi neşeli ve saf değildi. Çünkü hepimiz büyümüştük ve bu dünyayla birlikte hepimiz " kirlenmiştik " ! Bunlara ek olarak artık yaşam sıkıntısı, kariyer hedefi, kişisel gelişim, geçim derdi vs  vs gibi ciddi sıkıntılarımız olmuştu. Halbuki yıllar önce tek derdimiz kimin okumayı daha önce sökeceği kimin çarpım tablosunu daha önce ezberleyeceği idi. Çift kale maçta kimin kaleye geçeceği yada kimin kaleci&oyuncu olacağı en çok tartışılan konuydu. Sigara içilmesinden nefret etmemize rağmen sigara içenlerin sigara kağıtlarını, poşetlerini, kartonları her ne haltsa artık onları sokağa atmaları ve bizim onları bulmamızdı. Pokemon tasolarını içeren Ruffles, Lays, Doritos ve Cheetos'lardan baş kahraman Ash'ın tasosunun çıkması için sürekli onları almamızdı. ( en sevdiğim pokemon Syder'dı ve aldığım cipsden Syder çıktığında ne kadar mutlu olduğumu anlatamam ) Tabi bütün bunlar sınav stresini yaşamaya başladığımız günlerden itibaren gerilerde kalmaya başladı. Girdiğim LGS'de başarılı olamayınca acı gerçeklerin çocukluğuma ilk darbesini yemiş oldum. Ve 8 sene oturduğumuz, aslında ilk başta mutluluk ve heyecanla geldiğimiz Sultan Çiftliği semtinden, semtin kürt istilasına uğraması, babamın atölyesinin ve benim gideceğim süper lisenin orada olması + abimin gideceği üniversiteye de lokal olarak daha yakın olmasından ötürü Bayrampaşa'ya taşındık. ( 2012 Bayrampaşa'daki 8. yılımız olacak ) Ve içimi en çok burkan şey: şuan geriye dönüp o yıllara baktığımda arkadaşlarımla beraber çekilmiş fotoğrafların çok az, kamera kayıtlarının ise hiç olmaması! Fotoğraf çeken cep telefonu yoktu o zamanlar ve fotoğraf makinesi, kamera gibi aygıtlar bizim semte uğramazdı! ( Bugün buluşacağım kuzenim bir keresinde ailemizin gözbebeği 1,5 yaşındaki en küçük üyemizin bir fotoğrafını çektikten sonra aynen şöyle demişti: " Şimdi ki çocuklar ne kadar şanslı. Her birimizde bir sürü fotoğrafları, videoları var. Ben çok isterdim çocukluğumun fotoğraflarını, videolarını... " Bende kuzen. Ve belkide çocukluğumda çok az fotoğraf makinesi karşısına geçtiğimden olacaktır ki bugün hala fotoğraf çektirmeyi çok seviyor değilim )

Lise yılları: Herhangi bir anadolu lisesi kazanamadığım için ilkokul diplomamın yüksek olması nedeniyle rahat bir şekilde bir süper liseye girebildim. Bir sene ingilizce hazırlık okuyacaktık. Yine aşırı bir heyecan taşımıyordum, rahattım. Ama arkadaşlarım uzaklarda kalmışlardı. Bir daha kim bilir ne zaman görüşecektim? Bu sefer okul dışında bir çevrem olmadı. Sokak arkadaşları, komşular peehhhhh. Komşuluk ilişkilerim burada bozuldu ve bir daha da düzelmedi. Şuan oturduğum lokalde sevdiğim tek komşum Larien. ( O da lise arkadaşım olmasından ötürü kaynaklanıyor herhalde onunla komşu olmadan önce yakın iki arkadaş olmamızdan falan filan ) Ama lise de iyi arkadaşlıklar kurdum. Yakın, değerli dostlar edindim. Ya sonra? Şuan kaçıyla görüşüyorum? Lisede tanıştığım arkadaşlarım arasında şuan en sık konuştuğum, görüştüğüm yine Larien, onunla da lise bittikten sonra kaynaşmaya, arkadaş olmaya başladık ya neyse! Halbuki lisenin son günü herkes ağlayıp sızlanıp " 4 yıl bir arada geçti şimdi ayrılıyoruz aman kopmayalım sık sık görüşelim " vs vs demedik mi? Peki neden şuan görüşemiyorum çoğuyla? Çünkü bu sefer de üniversite var. Boş zamanlarda maddi kazanç sağlamak için çalışmak yada pratikte tecrübe kazanmak için staj yapmak var.

Üniversite yılları: Önümüzdeki hafta son senem başlayacak. Ama ben şimdiden bitirmiş havasındayım. Üzülüyorum. Ciddi ciddi uzatmayı düşünüyorum. Sene sonunu hep beraber göreceğiz. Buradaki arkadaşlıklarım daha sağlam oldu. İlk günlerde tiyatro kulübüne girdim ve şuan en yakın arkadaşlarım orada tanıştığım kişiler arasında. Ya da orada tanıştığım kişiler aracalığı ile tanıştıklarım falan. Hepimiz iyi bir işimiz olsun diye okuyoruz eyvallah. Ama hangi iş ortamı bu ortamlar kadar zevkli ve mutluluk verici olacak? Hangi iş arkadaşı kulüp arkadaşlarım kadar yakın olacak bana? Hangisi onlar kadar değerli olacak? Ya da herhangi bir iş arkadaşım bana onların verdiği kadar değer verecek mi? Çok iyi bir pozisyonda, çok iyi bir maaş ile çalışmak sabah 09,00 gece 03,00 arası devam eden ve hiçbir getirisi olmayan tiyatro provaları&sohbetleri kadar zevkli olacak mı? Hiçbiri! Hiç kimse! Bir daha böyle arkadaşlıklarım olmayacak. Bir daha böyle neşeli gezmelerim, günlerim olmayacak.

Tabii ki de hayatımın hiçbir dönemi buraya yazdığım paragraflarla anlatılacak kadar kısa değiller ama çok fazla yazmak bana iyi gelmeyecek, ve kuzenimi daha fazla bekletmeme sebep olacak.

Bu senenin tadına fazlasıyla varmam gerekiyor. Ama biliyorum ki 2 sene sonra da bu seneyi özleyeceğim. ben 3 yıldır geçmişimi özlüyorum. Ve bu özlem hiçbir zaman bitmeyecek, aksine sürekli derinleşecek...

5 Eylül 2011 Pazartesi

Bilinmeyene Yapılan Yolculuk

Kararını vermişti genç. Gidecekti uzaklara. Ardına bakmadan. Kimseye elveda demeden. Bir daha dönmemek üzere, gidecekti. Bir daha bulunmamak üzere kaybolacaktı...

Çok yorulmuştu koşuşturmalarla dolu hayatından. Bıkmıştı hayatındaki sahtecilerden. Önce işinden istifa etti. Süprizle karşılandı istifası. İyi bir işi, dolgun bir maaşı vardı. Ama lakin çoğu zaman çok fazla efor sarf ediyor hem zihinsel hem fiziksel olarak çok yoruluyordu. Öyle ki daha 30una gelmeden saçları dökülmeye başlamıştı.

Üniversite hayatı da böyle yoğun geçmişti. İşletme bölümünü çok isteyerek tercih etmemişti ama hep kafasında olan kıyıda köşe bekleyen bir bölümdü. Derslerdeki başarısının yanı sıra öğrenci kulüplerinde aktif olmuş, üniversite organizasyonlarında yer almış; bölümünü, kulübünü, üniversitesini temsil etmişti. Onun için sadece bir işte başarılı olmak yeterli değildi. Aynı anda birden fazla iş yapılmalı ve hepsinde başarılı olunmalıydı. Ama hiç unutmadığı bir atasözü vardı: " Her şeyin ustası olmaya çalışan, hiçbir şeyin çırağı olamaz! " Aslında o hiçbir şeyin ustası olmak niyetinde değildi öğrenciyken. Ama tek bir şeyin ustası olmak için çalışmak ve onun dışında hiçbir şeyle ilgilenmemek de onun için amaçsız yaşamaktan farksızdı.

Bu bakış açısıyla daha üniversite eğitimine başladığı ilk günlerde ilgi alanlarına giren öğrenci kulüplerine üye olmuştu. Lakin ilerleyen günler onun için tahmin ettiğinden daha yoğun geçiyordu. Ama yorgunluk hissetmiyordu çünkü sevdiği şeyleri, kısa sürede sevdiği arkadaşlarıyla birlikte yapıyor ve bunu yapmaktan mutluluk duyuyordu.

Hem dersler, hem kulüp işleri, hem aile içi sorumluluklar genç zihnini ve dinamik fiziğini ne yazık ki yıpratmaya başlamıştı. Bu günlerde ilk defa aşık oldu genç. Ama aşkına karşılık bulamadı. Sıkıntılarına bir de bu eklendi. Ama yine de " hayat güzeldi " ...

1 sene sonrasıydı, doktorların ona " beyninin pariatel lobunda kötü huylu bir tümör olduğunu ve en acilinden ameliyatla alınması gerektiğini " söylediklerinde. Tümörlü beyninden vurulmuşa döndü genç. Ve ilk defa bir ameliyat salonuna girdi. Soğuktu, çok soğuk... Ameliyat başarılı geçmiş, genç normal hayatına dönmüştü. Ama bu tedavinin ücreti çok fazlaydı. İmzalanan senetler genci iş hayatına zorlamış, çok sevdiği öğrenci kulüplerinden ayrılmak zorunda kalmıştı. Neyse ki part time olmasına rağmen dolgun ücretli bir iş bulup borcunu ödeyebildi. Lakin borcu yeni yeni bitmişti ki bir bayılma sonrası yapılan doktor kontrölünde beyin tümörünün tekrar aktifleştiği ortaya çıktı. Bu sefer yapılan ameliyat pariatel lobun tamamına yakınının alınması ile sonuçlandı. Gencin girdiği borçları tamamlaması tahmin ettiğinden çok daha uzun sürmüştü. Ve üniversite hayatının güzel günleri sadece ilk sene ile sınırlı kalmıştı onun için.

Bu sıkıntılı günleri hatırlıyordu şimdi. O günlerde ailesi yanındaydı, arkadaşları yanındaydı sevenleri çoktu. Ama şimdi... Şimdi yalnızdı. Zamansız kapısını çalabileceği bir dostu bile kalmamıştı. En yakın iki dostu ölmüştü ve onun yaşaması için bir sebep kalmamıştı. Ama o yaşamıştı. 2 yıl daha yaşamıştı ve daha ne kadar yaşayacağını kimse bilemezdi.

Önce şirketteki iş arkadaşlarıyla - iki yüzlü şerefsizlerle - vedalaştı. Vedalaşmaları sevmezdi, çocukluğundan beri beceremezdi bunu. Öğrenemediği tek şeydi vedalaşmak. Sonra kaybettiği insanların kabirlerini son bir kez ziyaret etti. Şimdi sıra en zor kısma gelmişti. Hiç unutamadığı ilk aşkı. İlk ve tek karşılıksız aşkı. Pek çok kişiyle birlikte olmuş, mutlu günler geçirmişti. Ama ilk aşkını, kendisine " Hayır " diyen tek kişiyi, aşkı kendisine öğreten ama giremediği tek " gönülü " hiç unutamamıştı. Uzun zamandır görüşmemiş, konuşmamışlardı. Zor oldu, numarasını çevirip onu aramak. Karşı taraf hiç beklemediği bir şekilde açmıştı telefonu:

- Ooooo çok şükür aklınıza geldik! Bunca yıl insan hiç arayıp sormaz mı?

- Kusura bakma, çok yoğundum.

- Anca bahane üret sen. Ee nasılsın bakalım ve hayırdır bugün niye yoğun değilsin?! Ya da bu yoğunluğun arasında beni arayabilecek vakti nasıl buldun?!

- İyiyim, yada en azından iyi olmaya çalışıyorum. Artık yoğun değilim bu arada. İstifa ettim. Sebebini sorma lütfen. Gidiyorum. Buralardan ebedi bir ayrılışın öncesindeyim. Eğer vaktin varsa ve sakıncası yoksa gitmeden önce seni görmek, bi hoşça kal demek isterim?

- Aa! Şaşırdım. İşinde çok başarılıydın sen neden istifa ettin ya? Ya da dur neyse ne zaman gidiyorsun ve nereye gidiyorsun? Daha iyi bir iş teklifi falan mı aldın yoksa?

- İş teklifi yok. Artık çalışmak da yok. Yıllardır çalışıyorum artık dinlenme ve gezme zamanlarımın geldiğine karar verdim. Nereye gideceğim belli değil. ( Aslında ilk durağı belliydi ama kimseye, hiçbir zaman nerede olacağını nereye gideceğini söylemeyecekti. ) Yarın akşam karar vereceğim nereye gideceğime. Eğer müsaitsen bu akşam yemek yiyelim yada yarın kahvaltı yapalım?

- Akşam müsaitim. Madem gidiyorsun sana bir güle güle yemeği ısmarlayayım. Sen tarihi bir yerde yemek istersin şimdi. Akşam 10'da Hacı Abdullah'da buluşalım. Olur mu?

- Olur. Görüşürüz.

Neydi bu şimdi? Genç sadece telefonda konuşacak, onun sesini duyacaktı. Ne istifasını ne de ayrılığını söylemeyecekti. Nasıl kaybetti kendisini? Bunları ona nasıl söylemiş ve nasıl buluşmak istemişti? Her zaman olduğu gibi ondan duyduğu samimi bir cümleyle yine kendini kaybetmişti. Dışa belli etmemeyi öğrenmiş ama onunla her konuşmasında için için ağlamıştı. Hacı Abdullah... Genç arkadaşlarının davetiyle gitmişti ilk olarak bu tarihi lokantaya. Ve bayılmıştı. İlk aklına gelen de aşkını-arkadaşını buraya getirmek olmuştu. Arkadaşı-aşkı da buraya Gençle beraber ilk geldiğinde burayı ve yemeklerini çok sevmişti.

Tam vaktinde buluşulmuş, yemek yenmiş, sahile yürünmüş kahveler içilmişti. Artık vedalaşma zamanı gelmişti. Ama genç kimseye elveda demeyecekti. Dememeliydi. Beceremezdi genç vedalaşmaları. Arkadaşı-aşkı " Neden ? " diye sordu. " Daha çok gençsin, neden? " Genç verecek cevap bulamadı. Ama aslında cevap çok basitti. Yorulmuştu. Sevdiği herkesi kaybetmiş, kalan tek sevdiğine de bunu söyleyememişti. Söyleyemeyecekti de hiçbir zaman. " Biliyorsun, dünyayı dolaşmak hayalimdi. Ve şimdi bu hayali gerçekleştirebilecek maddi ve manevi koşullar olgunlaşmış durumda. Gitmemem için bir sebep yok. " Bunları söyleyebilmişti sadece. Elveda demeden önce ona aslında onu hiçbir zaman unutamadığını, onu her zaman çok sevdiğini söylemek istedi. Ama aşkının-arkadaşının bu duruma üzüleceğini biliyordu ve yanlış anlamasından korktu. Gencin kaybolmak isteği karşılıksız aşkından değildi, alışmıştı zaten onunla aynı şehirde ondan uzakta yaşamaya. Ömrünün sonuna kadar bu şekilde yaşayabilirdi. Gencin kaçtığı aşkı-arkadaşı değildi. Genç bu sahte çevreden, çıkarcı ilişkilerden, karaktersiz insanlardan kaçıyordu. Çevresinde böyle olumsuz insanlar ve ilişkiler varken, belki de tanıdığı tek gerçekçi insanı, tanıdığı tek düzgün karakterli, samimi kısacası tek " kaliteli " insanı üzemezdi. Ve söylemedi hiçbir şey:

- Vedalaşmaları beceremem, bilirsin...

- Vedalaşmayalım o zaman. Kendine dikkat et, gezmek istediğin her yeri gez, görmek istediğin her yeri gör. Ara sıra kart postal at. Yaşadığını bilelim. Hem sen her ne kadar " geri dönmeyeceğim " desende, buralardan ayrı kalmaya dayanamaz elbet bir gün dönersin. Ve her ne kadar " bir şeyden kaçmıyorum, sadece hayallerimin peşinden koşuyorum " desende, kaçıyorsun.  Umarım seni kovalayan şeye hiçbir zaman yakalanmazsın. Hoşça kal...

- Teşekkür ederim, hoş çakal...

Gencin beceremediği vedalaşmalardan biri daha yaşandı. Arkadaşı-aşkı haklıydı, o buralardan ayrı kalamazdı. Buralarda yaşamayı hiçbir yerde yaşamaya değişmezdi. Ama buralarda yaşamaya gücü kalmamıştı artık. Yalnız bu şehirle vedalaşabilirdi. Aklı yettiğinden beri en deli tutkusu burasıydı. En büyük arzusu, en arzulu aşkı bu şehirdi: İstanbul.

Önce yakınlığından ötürü Galata Kulesi'ne çıktı. Bir daha seyretti manzarayı. Sol yanında Boğaz, sağ yanında Haliç. İlk aşkıyla buraya geldiği geceleri hatırladı. Onun burada içtiği viskiden zehirlenip geceyi hastanede geçirdiği bir olaydan sonra bir daha onu buraya getirmemişti.  Galata Köprüsü'ne baktı dikkatle. Öğlen vakitleri burada balık tutmaya çalışan insanların görüntüsü geldi gözlerinin önüne. Sonra indi kuleden. Köprüyü geçti. Yakın olması nedeniyle çıktı tekrar Taksim Meydanı'na. İstiklal Caddesi'ni baştan sona bir kez daha yürüdü. Hayranlıkla baktı teker teker ve tekrar tekrar tarihi binalarına. Huzurla dinledi sürekli çalan müzikleri.

Cihangir'e yürüdü sonra. 5.Kat'a gitti. ( Cihangir'de sahili gören ve 5 katlı bir binanın en üst katında olan leziz et yemekleriyle ünlü restorant ) Bir kadeh şarap içti. Aslında çok sevmezdi şarabı. Ama 5.Kat'da daima şarap içerdi. Boğaz Manzarası'nı birde buradan izledi. Sonra oradan da çıkıp Beşiktaş'a yürüdü. Tekrar acıkmaya başlamıştı. Aslında acıkmamıştı ama buraya bir daha gelmeyecekti ve sahildeki Dürümce'den ne zamandır dürüm yememişti. Dürümce çalışanları genci çok severlerdi. Hem onlarla da hasret giderirdi. Böylece Dürümce'ye girdi. ( Beşiktaş sahilde uygun fiyata İstanbul'un en iyi dürümlerini yiyebileceğiniz bir mekan ) Bu mekanın çalışanlarıyla da hasret giderip o leziz dürümleri tekrar yedikten sonra ayrıldı buradan da. Çırağan Caddesi'ni yürüyüşle geçerek Ortaköy'e geldi. Ona göre buranın manzarası Dünya'nın en güzel ikinci manzarasıydı.

Bir ihtiyar gördü tek başına denize açılmakta olan. Ondan kendisini kız kulesine bırakmasını rica etti. İhtiyar kırmadı genci. Genç şimdi en çok hayranlık duyduğu yapının üzerindeydi. Burası onun bütün aşklarının, bütün mutluluklarının, bütün duygularının, acılarının tek şahidiydi. Aynı zamanda kendisi gibi pek çok insanın bu görkemli yapıya bu manaları yüklediğinden emindi genç.

Buradan Salacak'a geçti. Bir de buradan izledi İstanbul'un imzasını. Daha sonra yürüyerek Fethipaşa Korusu'na gitti. Buraya ilk gelişini hatırladı birden. Bir Ramazan Ayında idi. Sevgililerinden biriyle gelmişti. Yalnız organizasyon yeteneğinin çok gelişmemiş olduğu bir döneme denk gelmişti. Genç rezervasyon yaptırmadığı için orada iftar açamamışlardı ve geri dönmüşlerdi. Şimdi Koru'da yürüyüp temiz havayı solumaktı niyeti.

Sıra Çamlıca Tepesi'ne gelmişti. Buradan İstanbul'u seyretmek onun çok geç bulduğu bir huzurdu. Ama bulduktan sonra sık sık geldi buraya. Normalde çok sevmezdi çay içmeyi. Ama aynı 5.Kat&Şarap ikilisinde olduğu gibi burada fincanlarca çay içerdi. Bu sefer tek ufak bir bardak çay içmekle yetindi.

Tekrar Üsküdar'a döndü genç. Orada kayıkla bekleyen denizseverlerin birinden kendisini Eminönü'ne götürmesini rica etti. Bu ricası da geri çevrilmedi gencin. Eminönü'nden balık ekmek kokularını içine çekerek Sepetçiler Kasrı'na doğru yürüdü. Burada da çok sevilir, sayılırdı. Burada Türk Kahvesi içmek onun için tarifi mümkün olmayan bir duyguydu. Bu duyguyu son kez yaşadı ve Sarayburnu'na doğru yürüdü. Çocukluğu burada geçmişti gencin. Kendisi gibi ailesinin tüm fertleri burayı bir başka severdi.

Sabahın ilk ışıklarını burada karşıladı genç. Daha sonra asırlardır dillere destan olan Ayasofya Müzesi, Sultan Ahmet ve Süleymaniye Camileri ve Topkapı Sarayı'na kısa ziyaretler gerçekleştirdi. Ve artık gitme zamanı gelmişti.

Marinaya gitti genç. Yatı hazır bekliyordu. İlk durağı Kırım Limanı olacaktı. Genç oradan Tibet'e geçecek, binlerce merdiven çıkacaktı. Yat Karadeniz'e açılmıştı.


2 Eylül 2011 Cuma

Ah Bu Şarkıların Gözü Kör Olsun!

-- Ne kadar zulm etsen ah etmem sana her iki cihanda gül kana kana, seninle cehennem ödüldür bana sensiz cennet bile sürgün sayılır.
-- Kaç kere yemin ettim, kaç gönüle de girdim sensiz yapamıyorum bak yine geri geldim...
-- Benzemez kimse sana tavrına hayran olayım...
-- Bedenim sağlam bulunmuş, yüreğim paramparça...
-- Nehrim ol gel ak yine, kelebek ol gel uç yine, çiçeğim ol gel aç yine, rüzgar ol...
-- Yar iyi ki varsın, can sende son bulsun...
-- Sensin her şeyim, yok başka isteğim Tanrı'dan, sen hayatımın sebebi...
-- Gurur için ne aşklar yaktım ama senle yerle birim...
-- Sen bir başkasın bazı şeylerin anahtarısın, iç dünyamın başkenti son durağımsın...
-- Sensiz güneş sanki doğmamış, yağmur ellerime yağmamış, bahar sanki hiç gelmemiş...
-- Kimler geldi hayatımdan kimler geçti, hiçbirisi hasretini gidermedi, en güzeli senin kadar sevilmedi...
-- Kader güçsüz kalır sevgilim, sensiz ölmeyeceğim
-- Seni baş tacı eden haklı sonuna kadar...
-- Birden bire hayatının tümü oldun...
-- Yana yana kül olsam her an, yine de senden ayrılamam...
-- Bu garip bir veda olacak
    Çünkü aslında sen hep içimdesin
    Ne kadar uzağa gitsem de
    Gittiğim her yerde benimlesin...
-- Love is blind and that I knew when, my heart was blinded by you...
-- Learn to be lonely...
-- Say the word and i will follow you
    Share each day with me, each night, each morning
    Love me, that's all i ask of you...
--I will always love you...
-- I hope life treats you kind
    and i hope you have all you dreamed off
    and i wish to you joy and happiness,
    But above all this, i wish to you love...
-- You're hear, there's nothing I fear
    And i know that my heart will go on
    we'll stay forever this way
    you're safe in my heart and my heart will go on...
-- Birden sen gelsen aklıma seni unutsam bazı bazı, meraklansam gizlice delice kıskansam seni...
-- Bu nasıl kısmet acı bir hasret...
-- Sen hep tedbirler aldın ben gözü karaydım
    Sen kadere  razı dünden ben ezber bozandım
    Çok geç olmakla birlikte sevdiğime pişmanım
    Sen boyun eğdiğinle kal ben isyandayım...
-- Kenar süsü oldum hayatında...
-- If you're listening now
    I hope make more sense
    Cause now im not quite so young
    Im not quite so foolish in my defense... pictures that i hid my room, they now come out...
-- Dilerim her arzun gerçek olsun
    Hayat bu şansın hep açık olsun
    Hatıralar, hasret benim ömrüm senin senin olsun
    Dertler benim, çile benim hayat senin senin olsun...
-- Hoşça kal aşkların en güzeli
    Kavuşur elim sana günün birinde
    Sarılıverir elim beline dokunur tenim yeniden
    Hangi gün taşınır dönerim
    Bilinmez boş kalacak yüreğim
    Söz verdim sana ölene kadar ayrılmam...
-- Benim de zaten hiç gücüm yok yüzüm yok hiç umudum yok
    Ama bil ki farklı bir hayaldi işkenceydi bazen bazen çok güzeldi
    Ama anlıyorum sesinden kurtulmuşsun sen
    Nokta konmuş bitmiş en güzel hikayem...
-- Kimi aşklar hiç bitmezmiş bizimkisi bitenlerden sevmeye yeteneksiziz...
-- Senden önce senden sonra daha kaç vucud gerek bana benim seni unutmama...
-- Ben seni sevdiğimi dünyalara bildirdim...
-- Sevdim seni bir kere başkasını sevemem deli diyorlar bana desinler değişemem...
-- Yıllar geçse de üstünden bu kalp seni unutur mu?
-- Caddelerde rüzgar aklımda aşk var
    Gece yarısında eski yağmurlar
    Şarkı söylüyorlar sessiz usulca
    Özlediğim şimdi çok uzaklarda
    Deli dolu günler hayat güzeldi
    Kahkahalarıyla günler geçerdi
    Ellerim uzanmaz dokunamam ki
    Özlediğim şimdi çok uzaklarda...
-- Bilirsin sen aslında yok ki kaybeden aşkta...
-- Güzelsen güzelsin yok mu benzerin
    Goncadır ilk hali bütün güllerin
    Aklımda kalmazdı yüzün ellerin
    Ah bu şarkıların gözü kör olsun!


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...