E: Benim canımı çok yaktın sen!
P: Senin canın yanmasın diye ben kendi ömrümü bir kibritin kavında tutuşturdum. Hayatımdaki her şey yalan! Tek gerçek sensin...
31 Ocak 2012 Salı
30 Ocak 2012 Pazartesi
Bir Kere Dönüp Bakmaz...
Seversin sevmez gel dersin gelmez
Bu acı bitmez çaresizim çaresiz
Gün gelir arkasından koşarsın bekle dersin
Bir kere dönüp bakmaz çaresizim çaresiz
Bir gün gelir aşk biter insafsızca terk eder
Bütün bunların ardından sadece gözyaşı kalır
Beklerim gelmez haykırırım duymaz
Ağlarım bilmez çaresizim çaresiz...
Bu acı bitmez çaresizim çaresiz
Gün gelir arkasından koşarsın bekle dersin
Bir kere dönüp bakmaz çaresizim çaresiz
Bir gün gelir aşk biter insafsızca terk eder
Bütün bunların ardından sadece gözyaşı kalır
Beklerim gelmez haykırırım duymaz
Ağlarım bilmez çaresizim çaresiz...
27 Ocak 2012 Cuma
Dünya Üç Gün Gibidir...
Dünya üç gün gibidir, dün, bugün, bir de yarın.
Dün gitti, geri gelmez, bu senin büyük kaybın.
Yarın henüz gelmedi, belki de gelmeyecek.
Zira yarın gelmeden, belki ecel gelecek.
Öyle ise gün bugün ve saat bu saattır.
Bulunduğun gün ve an, sana büyük fırsattır...
26 Ocak 2012 Perşembe
İki Cami Arasında Aşk
Ne yalan söyleyeyim, aslında bu kitabı okumaya hiç niyetim yoktu. Bir kaç arkadaşım tavsiye etmişti. Ama pek umursamamıştım. Daha sonra yakın arkadaşlarımdan biri daha okumamı söyledi. Ve yine ne yalan söyleyeyim sadece 7 TL olmasaydı almazdım herhalde bu kitabı. Ama aldım, dün okumaya başladım ve bugün bitirdim.
Çok etkilendim. Finalinde duygulandım. Mimar Sinan'ın 50 yaşında ve evli olmasına rağmen, sıradan bir dülger iken Muhteşem Kanuni'nin 16 yaşındaki kızı Mihrimah'a aşık olup, çektiği acıları anlatıyor kitap. Aşkından önce Prut Nehri üzerinde pek çok usta mimarın yapamadığı köprüyü söz verdiği üzere sadece 13 günde yapıyor. Sonra da saraya baş mimar oluyor. Baş mimar olduktan sonra bunun cesaretiyle Kanuni'den kızını istiyor. Ama Hürrem Sultan taht hırsında olduğu için Rüstem Paşa'ya vermek istiyor kızını ve Kanuni'yi de ikna ediyor. Ve Mimar Sinan'ın ömürlük hasreti başlıyor. Aşkını taşlara döküyor Koca Sinan. Padişah'ın, Mihrimah için bir cami yapmasını emretmesiyle tekrar hayata dönüyor ve Üsküdar'a Mihrimah Sultan Camisini yapıyor. Ve daha sonra da kendi isteğiyle, 6 aydan daha kısa bir sürede, sırf gönlünün sultanına doğum günü hediyesi olması için Edirnekapı'ya bir cami daha yapıyor. Ama caminin yapımı bittikten hemen sonra Hürrem Sultan vefat ettiği için o sene doğum günü hediyesi olarak gösteremiyor camiyi Sinan. Ve bir sonraki sene Sinan kendi göstermeden, " aşkın çizdiği sınırları " Mihrimah Sultan kendi gözleriyle görüyor.
Yazarın da dediği gibi, bazen sınırları aşk belirliyor. Ve, kitap içinde altını çizdiğim, beni etkileyen bazı cümleleri paylaşıyorum sizinle. Kitabı okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum.
--Padişahın gittiği bütün seferlere katılıyordu Sinan. Ordu savaşta iken kendisi yabancısı olduğu ülkelerin sokaklarını, çarşılarını, han ve hamamlarını dolaşıyor, gördüklerini defterine kaydediyordu. Özellikle de kilise ya da havralarda kullanılan sanat tekniklerini inceliyor, ülkede olmayan yönlerini tespit etmeye çalışıyor, sanatçıların nasıl bir yöntem kullandıkları üzerinde kafa yoruyordu. Bulduğu farkları defterine çiziyor, islam motifleri içerisinde nasıl kullanacağını düşünüyordu.
--Sinan, Mihrimah'ın ismini duyduktan sonra bir kere daha kendinden geçti: Ay ve Güneş.
--Aşk acısıyla aşık, Allah'ın izniyle olmazları oldurur. Acı çeken yürek sevgiliye kavuşamadığı için ona başka kapılar açılır uykusunda.
--Ay ve yıldızlar, geceleri uyuyamayan insanlara sadece ilham verir. Sevgilisinden ayrı şairlerin şiirlerini yazmasını kolaylaştırır. Aşıkların ise acısını dindirmek yerine kat be kat artırır. Gece, karanlığında aslında insanın kendine itiraf edemediklerini aydınlığa çıkarır. Fakat Sinan, unutma ki yıldız ve ay, ay ve yıldızdır; bizse onların karşısında sadece insan. Bize düşen onları uzakta da olsalar izlemektir.
--Sizin bana edeceğinizi düşündüğünüzün eziyetin bin katını kalbim bana yapmaktadır. ( Hürrem Sultana )
--Bu acıyla yanmak benim kaderimse, bu acıyı taşlardan başkası anlayamaz. Taşlar ki aşkın en sadık dostları olacak bundan sonra. Ey Mihrimah, adı dilime yasaklı olan sevgili, gülüşü gözlerime haram olan sevgili, seni her anmamda nasıl kanıyorsa bu dilim, nasıl eriyorsa aşkının altında tenim, ruhum nasıl sızlıyorsa her daim, aşkımın tercümanı olacak ellerimde şekil bulacak olan taşlar.
--Aşkı taşıyan gönül ölümsüzdür. Ey Aşk, seni de payitahtın unutulmaz bir parçası yapacağım.
--Gözleri ile önce bulunduğu noktayı ( Edirnekapı ) sonrada karşıdaki Üsküdar'ı süzdü. Uzun süre baktı Sinan. Boşluğa mı bakıyordu yoksa içindeki aşkın karşılıksız kalmasının sancısı ona yeni düşünceler mi fısıldıyordu belli değildi.
--Başına toplanmış olan ustalarla caminin masrafının ne olacağı, ne zaman biteceği hakkında fikir alışverişinde bulundu. Camiyi sevgilisi için yaptığına göre en kısa zamanda ama muhteşem bir şekilde bitirmesi gerekiyordu.
--Ah ay meleğim, ruhumun sızısı! Bu camiye bakanlar seni görecek benim gözümle!
--Dünyada namım almış yürümüş, her gün ismini bile bilmediğim ülkelerden mektup gelir. İsmini bilmediğim insanlar bana övgü yağdırır. Ama gel gör ki gönül ülkesinin sultanı bir tek laf bile etmez.
--Buraya ( Edirnekapı ) tek minareli bir cami konduracağım. Nasıl ki bu aşk beni kendi içimde yalnızlığa hapsetti, sultan anlasın aşkından ne çektiğimi.
--Camiye ( Edirnekapı ) yüz altmış bir pencere koydurdu. Böylece güneş ne yana dönerse dönsün cami ışıksız kalmayacaktı.
--Günler günleri aylar ayları kovaladı. Mart ayı geldi. Yağmurlar bir yağıyor, bir diniyordu. Yirmi birinci günü yine Mihrimah, erkenden hazırlanıp Edirnekapı'ya geldi. Yağmur yağmıyordu ama hava soğuktu. İyice büründü şalına. Ne beklediğini bilmenin huzuruyla bekledi durdu akşama kadar. Gökyüzünün yavaş yavaş rengi değişmeye başladı. Güneş batmak üzereydi, ufuk kızıllaştıkça kızıllaştı. Güneşin batmakta olduğu Edirnekapı sessizliğe büründü. Mihrimah hayretten açılmış gözleriyle bakıyordu, her iki camiye de gözler bir bakışıyla ile uzakları aynı noktada birleştirdi. Ne uzaklık kaldı arada ne de mesafeler. Ay'ın doğmakta olduğu Üsküdar ise berraktı, sakindi, Edirnekapı'ya karşı. Gözlerinden yaşlar aktı.
--" Belki de bu dülger bu başarıyı da bana duyduğu aşkından dolayı elde etti. Yoksa aciz bir kulun on üç günde köprü yapması akıl işi değil. " O gün Prut'ta söylediği söz geldi aklına. " Bunu yapmak için ya aptal olmak lazım yada aşık " Kendisine aşık olduğunu bildiği adama, yıllarca sessizliği içinde acı çektirdiğine ağladı, Mihrimah.
--Ey Koca Sinan! babam, boşuna vaktinde bu unvanı sana vermemiş. Bir ben senin marifetlerini görmekten uzakmışım.
--Bugün benim doğum günüm. 21 Mart. Ay ve güneş. Mihr ve Mah. ( Mihrimah )
--Gözlerimi sevgilimin dolaştığı payitahta açarken, onu görme ümidiyle uyanırken, kuşların ötüşünü, denizlerin coşuşunu onun varlığına bağlarken, onun bu fani dünyadan göçüşünü kabullenmek bu yaşlı bedenime ağır geliyor.
--Zaman, acıyı dindirirmiş, kabuk bağlatırmış kanayan yüreğe. Unuturmuş insan. Ah, yeryüzüne şerh düştüğüm sevgili! Bir kere güler yüzle baksaydın bana, bir kere beni gören gözlerinde kendimi bulsaydım. Bu kadar yanar mıydı yüreğim? Senin yokluğuna alışmak kolay mı?
Çok etkilendim. Finalinde duygulandım. Mimar Sinan'ın 50 yaşında ve evli olmasına rağmen, sıradan bir dülger iken Muhteşem Kanuni'nin 16 yaşındaki kızı Mihrimah'a aşık olup, çektiği acıları anlatıyor kitap. Aşkından önce Prut Nehri üzerinde pek çok usta mimarın yapamadığı köprüyü söz verdiği üzere sadece 13 günde yapıyor. Sonra da saraya baş mimar oluyor. Baş mimar olduktan sonra bunun cesaretiyle Kanuni'den kızını istiyor. Ama Hürrem Sultan taht hırsında olduğu için Rüstem Paşa'ya vermek istiyor kızını ve Kanuni'yi de ikna ediyor. Ve Mimar Sinan'ın ömürlük hasreti başlıyor. Aşkını taşlara döküyor Koca Sinan. Padişah'ın, Mihrimah için bir cami yapmasını emretmesiyle tekrar hayata dönüyor ve Üsküdar'a Mihrimah Sultan Camisini yapıyor. Ve daha sonra da kendi isteğiyle, 6 aydan daha kısa bir sürede, sırf gönlünün sultanına doğum günü hediyesi olması için Edirnekapı'ya bir cami daha yapıyor. Ama caminin yapımı bittikten hemen sonra Hürrem Sultan vefat ettiği için o sene doğum günü hediyesi olarak gösteremiyor camiyi Sinan. Ve bir sonraki sene Sinan kendi göstermeden, " aşkın çizdiği sınırları " Mihrimah Sultan kendi gözleriyle görüyor.
Yazarın da dediği gibi, bazen sınırları aşk belirliyor. Ve, kitap içinde altını çizdiğim, beni etkileyen bazı cümleleri paylaşıyorum sizinle. Kitabı okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum.
--Padişahın gittiği bütün seferlere katılıyordu Sinan. Ordu savaşta iken kendisi yabancısı olduğu ülkelerin sokaklarını, çarşılarını, han ve hamamlarını dolaşıyor, gördüklerini defterine kaydediyordu. Özellikle de kilise ya da havralarda kullanılan sanat tekniklerini inceliyor, ülkede olmayan yönlerini tespit etmeye çalışıyor, sanatçıların nasıl bir yöntem kullandıkları üzerinde kafa yoruyordu. Bulduğu farkları defterine çiziyor, islam motifleri içerisinde nasıl kullanacağını düşünüyordu.
--Sinan, Mihrimah'ın ismini duyduktan sonra bir kere daha kendinden geçti: Ay ve Güneş.
--Aşk acısıyla aşık, Allah'ın izniyle olmazları oldurur. Acı çeken yürek sevgiliye kavuşamadığı için ona başka kapılar açılır uykusunda.
--Ay ve yıldızlar, geceleri uyuyamayan insanlara sadece ilham verir. Sevgilisinden ayrı şairlerin şiirlerini yazmasını kolaylaştırır. Aşıkların ise acısını dindirmek yerine kat be kat artırır. Gece, karanlığında aslında insanın kendine itiraf edemediklerini aydınlığa çıkarır. Fakat Sinan, unutma ki yıldız ve ay, ay ve yıldızdır; bizse onların karşısında sadece insan. Bize düşen onları uzakta da olsalar izlemektir.
--Sizin bana edeceğinizi düşündüğünüzün eziyetin bin katını kalbim bana yapmaktadır. ( Hürrem Sultana )
--Bu acıyla yanmak benim kaderimse, bu acıyı taşlardan başkası anlayamaz. Taşlar ki aşkın en sadık dostları olacak bundan sonra. Ey Mihrimah, adı dilime yasaklı olan sevgili, gülüşü gözlerime haram olan sevgili, seni her anmamda nasıl kanıyorsa bu dilim, nasıl eriyorsa aşkının altında tenim, ruhum nasıl sızlıyorsa her daim, aşkımın tercümanı olacak ellerimde şekil bulacak olan taşlar.
--Aşkı taşıyan gönül ölümsüzdür. Ey Aşk, seni de payitahtın unutulmaz bir parçası yapacağım.
--Gözleri ile önce bulunduğu noktayı ( Edirnekapı ) sonrada karşıdaki Üsküdar'ı süzdü. Uzun süre baktı Sinan. Boşluğa mı bakıyordu yoksa içindeki aşkın karşılıksız kalmasının sancısı ona yeni düşünceler mi fısıldıyordu belli değildi.
--Başına toplanmış olan ustalarla caminin masrafının ne olacağı, ne zaman biteceği hakkında fikir alışverişinde bulundu. Camiyi sevgilisi için yaptığına göre en kısa zamanda ama muhteşem bir şekilde bitirmesi gerekiyordu.
--Ah ay meleğim, ruhumun sızısı! Bu camiye bakanlar seni görecek benim gözümle!
--Dünyada namım almış yürümüş, her gün ismini bile bilmediğim ülkelerden mektup gelir. İsmini bilmediğim insanlar bana övgü yağdırır. Ama gel gör ki gönül ülkesinin sultanı bir tek laf bile etmez.
--Buraya ( Edirnekapı ) tek minareli bir cami konduracağım. Nasıl ki bu aşk beni kendi içimde yalnızlığa hapsetti, sultan anlasın aşkından ne çektiğimi.
--Camiye ( Edirnekapı ) yüz altmış bir pencere koydurdu. Böylece güneş ne yana dönerse dönsün cami ışıksız kalmayacaktı.
--Günler günleri aylar ayları kovaladı. Mart ayı geldi. Yağmurlar bir yağıyor, bir diniyordu. Yirmi birinci günü yine Mihrimah, erkenden hazırlanıp Edirnekapı'ya geldi. Yağmur yağmıyordu ama hava soğuktu. İyice büründü şalına. Ne beklediğini bilmenin huzuruyla bekledi durdu akşama kadar. Gökyüzünün yavaş yavaş rengi değişmeye başladı. Güneş batmak üzereydi, ufuk kızıllaştıkça kızıllaştı. Güneşin batmakta olduğu Edirnekapı sessizliğe büründü. Mihrimah hayretten açılmış gözleriyle bakıyordu, her iki camiye de gözler bir bakışıyla ile uzakları aynı noktada birleştirdi. Ne uzaklık kaldı arada ne de mesafeler. Ay'ın doğmakta olduğu Üsküdar ise berraktı, sakindi, Edirnekapı'ya karşı. Gözlerinden yaşlar aktı.
--" Belki de bu dülger bu başarıyı da bana duyduğu aşkından dolayı elde etti. Yoksa aciz bir kulun on üç günde köprü yapması akıl işi değil. " O gün Prut'ta söylediği söz geldi aklına. " Bunu yapmak için ya aptal olmak lazım yada aşık " Kendisine aşık olduğunu bildiği adama, yıllarca sessizliği içinde acı çektirdiğine ağladı, Mihrimah.
--Ey Koca Sinan! babam, boşuna vaktinde bu unvanı sana vermemiş. Bir ben senin marifetlerini görmekten uzakmışım.
--Bugün benim doğum günüm. 21 Mart. Ay ve güneş. Mihr ve Mah. ( Mihrimah )
--Gözlerimi sevgilimin dolaştığı payitahta açarken, onu görme ümidiyle uyanırken, kuşların ötüşünü, denizlerin coşuşunu onun varlığına bağlarken, onun bu fani dünyadan göçüşünü kabullenmek bu yaşlı bedenime ağır geliyor.
--Zaman, acıyı dindirirmiş, kabuk bağlatırmış kanayan yüreğe. Unuturmuş insan. Ah, yeryüzüne şerh düştüğüm sevgili! Bir kere güler yüzle baksaydın bana, bir kere beni gören gözlerinde kendimi bulsaydım. Bu kadar yanar mıydı yüreğim? Senin yokluğuna alışmak kolay mı?
Nasıl Olur?
Nasıl olur? Bir kadın bir erkeği bakışları ile nasıl eritir? Tek bir sözüyle, tek bir bakışıyla bir erkeğin beynini nasıl durdurur?!
22 Ocak 2012 Pazar
Benim Bu Kadınla Sorunum Ne Zaman Bitecek?
E: Efendim?
K: Gelmiyor musun? Seni bekliyorum.
En son ne zaman görüşmüşlerdi? Hatırlamıyordu. Çok özlemişti arkadaşını. Arkadaşını? Aslında aşıktı ona. İlk gördüğü günden beri aşıktı. İlk görüşte aşka inanmazdı o günü yaşayana kadar. Ama göz göze geldikleri ilk an aklından geçip dilinin ucuna gelen ama söyleyemedi tek cümle: Tam isabet, Eros! olmuştu.
O günden sonra hep ona açılmanın yollarını aramıştı. Tam cesaretini topladığı zamanlarda, onun bir ilişkisi olduğunu öğrenmişti. O günden sonra da elinde olan / olmayan bazı sebeplerden ötürü eskisi kadar sık görüşememişlerdi. Üniversite yıllarıydı. İkisi de aynı sene, aynı üniversiteye başlamışlardı. Ama nedense son seneye kadar birbirlerini görmemişlerdi. Son sene tanışmışlardı. Mezuniyet balosuna gitmemişti erkek, onu bir başkasıyla dans ederken görmemek için. Halbuki kız, arkadaşını özlemişti ve bu özel günde onun da yanında olmasını istemişti. Sevgilisine ondan pek çok kez bahsetmiş ama tanıştırma fırsatı bulamamıştı. Bugün tanıştırabileceğini düşünmüştü. Ama erkek ne gelmişti, ne de gelmeyeceğini söylemişti.
Pesimist bir hayat yaşamıyordu aslında erkek. Bölümünü birincilikle bitirmiş, gitmeyi çok istediği New York Üniversitesi'ne ( NYU ) Master başvurusu kabul olmuştu. Bunun mutluluğunu yaşıyordu. NYU hakkında bazı bilgiler aldığından beri orada öğrenim görmenin hayalini kurmuştu. Ve artık bu hayali gerçekleşmek üzereydi.
Kep törenine katılmış ama farklı fakültelerde oldukları için, o telaşlı ve heyecanlı kalabalık içerisinde birbirlerini görememişlerdi. Üniversite mezunu pek çok insan gibi o da en güzel döneminin üniversitede geçtiğini düşünüyordu. Ama öğrencilik onun için bitmiyordu. Kep töreninden 1 ay sonra Amerika'nın New York eyaletine gitti. Bu eyalette çok güzel iki sene geçirdi. Başarılı bir öğrencilik, part time işlerde kazanılan paralar, kısa tatillerde Atlantic City, uzun süreli tatillerde ise Las Vegas'ta geçen zevk dolu günler. Kumar, alkol ve sex. Las Vegas başka ne için vardı ki?
Zevk içinde geçen, bol kazançlı ve hem öğrencilik hem mesleki açıdan başarıyla sonuçlanan 2 yılın ardından, her ne kadar bu lokalde pek çok iş teklifi almış olsa da, memleketine dönüp bir süre ailesiyle özlem gidermeye kararlıydı. Daha sonra kesin dönüş yapacak, gelmeleri halinde ailesini de buraya getirecekti. NYU'dan mezun olduktan sonra bir süre daha Las Vegas'ta kaldı. Son gecesinde " büyük " oynayacaktı. Oynadı da. Ve bu oyunda kazandığı miktar, 2 yıl boyunca kazandıklarından çok çok daha fazlaydı. Türkiye'ye zengin biri olarak geri dönecekti. Son gecesinde, son kumarını oynadığı gibi son bir kez daha yatacaktı Las Vegaslı bir kadınla. Gözleri gazinoyu taradı. Taradı. Taradı... Gözüne kestirdiği kadın tıpkı O'na benziyordu. Bu sefer aşık olduğu kadını ne kadar arzuladığını fark etti. Sevgi cinselliği doğurur. Tam o sırada bir önceki geceyi birlikte geçirdiği kadın yanaştı yanına. Cinselliğin fazlası sevgiyi doğurur. O yüzden bir kadınla asla iki kere yatma!
Aşık olduğu kadın oradaydı. Tek yumurta ikizi gibi. 3 yıl önce onu ilk gördüğü an aklına geldi. 1 sene boyunca üniversitede sık sık görüşmüşlerdi, ama aklından hiç böyle bir düşünce geçmemişti. Sadece o 1 sene içinde değil, NYU'da geçen son 2 senesi boyunca da o kadını hiç arzulamamış hatta bir süre sonra aklına bile gelmemişti. Ama bugün... Bugün o buradaydı. Karşısında. Aynı yüz. Aynı beden. Aşıktı bu kadının Türkiye'deki " ikizine ". Bir süre o kadını izledi. Kadının gülümseyerek bakan gözlerinden cesaret alarak yanına yaklaştı. Önce birer kadeh viski ve sonra yatak odası. Aklında o!
Bir an utandı kendinden. Sırf ona benzediği için bir kadınla birlikte olmak. Böyle düşündüğü için utandı kendinden. Kadını odadan gönderdi. Bir kadeh viski daha doldurdu. Sonra bir kadeh daha. Bir kadeh daha... Geçen 2 sene boyunca hiç haber almamıştı ondan. Bazı arkadaşlarıyla bağlantı kuramamıştı, bazılarıyla bilerek kurmamıştı. Sadece ailesi ve çok yakın 2-3 arkadaşıyla sürekli iletişimde olmuştu. Şimdi tekrar onu düşünüyordu. Kahretsin! Neden bu gece karşısına ona çok benzeyen biri çıkmıştı ki? Beyni yine allak bullak oldu. Acaba nasıldı? Neler yapıyordu? Evlenmiş miydi, bekar mıydı yoksa? Bir ilişkisi var mıydı? Türkiye'ye döndüğünde " Beni neden hiç aramadın? Mail yazmadın? " dediğinde ne cevap verecekti? Belki şuan o da Türkiye'de değildir orada olsa bile belki İstanbul'da değildir diye düşündü bir an.
Kafasındaki sorularla bindi uçağa. 11 saatlik yolculuğun ardından tekrar İstanbul'daydı. Ailesi onu karşılamaya gelmişti. Hiçbir arkadaşı yoktu orada ama ablası, yakın arkadaşlarına haberini vermişti.
İstanbul'daydı tekrar. O iki sene boyunca aşkıyla hiçbir şekilde bağlantıya geçmemişti ama aileleri görüşmeye devam etmişlerdi. Evine döndüğünde annesine sordu onu. " Tam zamanında geldin, evleniyor. Bu hafta sonu düğünü var. Çok sevinecek seni görünce. " Evleniyordu. Halbuki daha gençti, evlilik için erken sayılabilecek bir yaştaydı. Hiç dönmeseydim iyiydi diye düşündü bir an. Ve özlem giderme faslını kısa kesip ABD'ye olan kesin dönüşünü erkene çekti. Düğünden hemen sonra gidecekti. Aradı onu.
E: Hey, benim. Annem söylemiş sanırım geleceğimi. Bir saat oluyor uçağım ineli. Nasılsın?
K: Ya sen ne kadar vefasızmışsın be! Annenden babandan sana hiç vefa bulaşmamış. Hiç aramaz mı insan bir mail bile atmaz mı? Hiç merak etmez mi benim bir arkadaşım vardı şuan nerede napıyor nasıl diye?
E: Haklısın. Ama merak etme telafi edeceğim bunları. ( Telafi etmek mi? Sadece 5 gün kalacaktı İstanbul'da ve bu 5 gün içinde düğün telaşından onunla görüşme fırsatını bulamayacağını biliyordu nasıl telafi edebilirdi ki ? Ve bu laf ağzından nasıl çıkmıştı? )
K: Biraz zor ama umarım edersin. Evleniyorum lan. Düğünüm içine doğdu kaçırmak istemedin o yüzden mi geldin?
E: Başka ne için olacaktı? Zaten düğünden hemen sonra döneceğim. Düğününde piyanist şantörlük yapıp seni kaptırdığım için ağlayacağım ( karşılıklı gülüşürler ) Müsaitsen görüşelim? ( Ne görüşmesi? Bu laflar kendiliğinden dökülüyordu ağzından! )
K: Tamam. Müsait değilim ama özledim seni. İptal ediyorum bugünkü işlerimi. Hazırlanırım yarım saate. Gel al beni evden.
E: Tamam. Yarım saat sonra oradayım.
Bu buluşmayı aslında hiç istemiyordu. Nasıl oldu da kendini kaptırmıştı yine? Evleniyordu. Ondan uzak durmalı beynini arındırmalıydı. Ama yapamıyordu. Şimdi eline onun eski fotoğraflarını almıştı. Hayır! O evleniyor. Sıçma içine her şeyin! Psikopatça bir takıntıydı bu herhalde. Ve sordu kendi kendine: Benim bu kadınla sorunum ne zaman bitecek?
Yarım saat sonra
E: Efendim
K:Gelmiyor musun? Seni bekliyorum.
Bu sefer ablasına sordu. Abla, benim bu kadınla sorunum ne zaman bitecek? Hiçbir zaman!
( Başlık bir köşe yazısından alıntıdır. )
K: Gelmiyor musun? Seni bekliyorum.
En son ne zaman görüşmüşlerdi? Hatırlamıyordu. Çok özlemişti arkadaşını. Arkadaşını? Aslında aşıktı ona. İlk gördüğü günden beri aşıktı. İlk görüşte aşka inanmazdı o günü yaşayana kadar. Ama göz göze geldikleri ilk an aklından geçip dilinin ucuna gelen ama söyleyemedi tek cümle: Tam isabet, Eros! olmuştu.
O günden sonra hep ona açılmanın yollarını aramıştı. Tam cesaretini topladığı zamanlarda, onun bir ilişkisi olduğunu öğrenmişti. O günden sonra da elinde olan / olmayan bazı sebeplerden ötürü eskisi kadar sık görüşememişlerdi. Üniversite yıllarıydı. İkisi de aynı sene, aynı üniversiteye başlamışlardı. Ama nedense son seneye kadar birbirlerini görmemişlerdi. Son sene tanışmışlardı. Mezuniyet balosuna gitmemişti erkek, onu bir başkasıyla dans ederken görmemek için. Halbuki kız, arkadaşını özlemişti ve bu özel günde onun da yanında olmasını istemişti. Sevgilisine ondan pek çok kez bahsetmiş ama tanıştırma fırsatı bulamamıştı. Bugün tanıştırabileceğini düşünmüştü. Ama erkek ne gelmişti, ne de gelmeyeceğini söylemişti.
Pesimist bir hayat yaşamıyordu aslında erkek. Bölümünü birincilikle bitirmiş, gitmeyi çok istediği New York Üniversitesi'ne ( NYU ) Master başvurusu kabul olmuştu. Bunun mutluluğunu yaşıyordu. NYU hakkında bazı bilgiler aldığından beri orada öğrenim görmenin hayalini kurmuştu. Ve artık bu hayali gerçekleşmek üzereydi.
Kep törenine katılmış ama farklı fakültelerde oldukları için, o telaşlı ve heyecanlı kalabalık içerisinde birbirlerini görememişlerdi. Üniversite mezunu pek çok insan gibi o da en güzel döneminin üniversitede geçtiğini düşünüyordu. Ama öğrencilik onun için bitmiyordu. Kep töreninden 1 ay sonra Amerika'nın New York eyaletine gitti. Bu eyalette çok güzel iki sene geçirdi. Başarılı bir öğrencilik, part time işlerde kazanılan paralar, kısa tatillerde Atlantic City, uzun süreli tatillerde ise Las Vegas'ta geçen zevk dolu günler. Kumar, alkol ve sex. Las Vegas başka ne için vardı ki?
Zevk içinde geçen, bol kazançlı ve hem öğrencilik hem mesleki açıdan başarıyla sonuçlanan 2 yılın ardından, her ne kadar bu lokalde pek çok iş teklifi almış olsa da, memleketine dönüp bir süre ailesiyle özlem gidermeye kararlıydı. Daha sonra kesin dönüş yapacak, gelmeleri halinde ailesini de buraya getirecekti. NYU'dan mezun olduktan sonra bir süre daha Las Vegas'ta kaldı. Son gecesinde " büyük " oynayacaktı. Oynadı da. Ve bu oyunda kazandığı miktar, 2 yıl boyunca kazandıklarından çok çok daha fazlaydı. Türkiye'ye zengin biri olarak geri dönecekti. Son gecesinde, son kumarını oynadığı gibi son bir kez daha yatacaktı Las Vegaslı bir kadınla. Gözleri gazinoyu taradı. Taradı. Taradı... Gözüne kestirdiği kadın tıpkı O'na benziyordu. Bu sefer aşık olduğu kadını ne kadar arzuladığını fark etti. Sevgi cinselliği doğurur. Tam o sırada bir önceki geceyi birlikte geçirdiği kadın yanaştı yanına. Cinselliğin fazlası sevgiyi doğurur. O yüzden bir kadınla asla iki kere yatma!
Aşık olduğu kadın oradaydı. Tek yumurta ikizi gibi. 3 yıl önce onu ilk gördüğü an aklına geldi. 1 sene boyunca üniversitede sık sık görüşmüşlerdi, ama aklından hiç böyle bir düşünce geçmemişti. Sadece o 1 sene içinde değil, NYU'da geçen son 2 senesi boyunca da o kadını hiç arzulamamış hatta bir süre sonra aklına bile gelmemişti. Ama bugün... Bugün o buradaydı. Karşısında. Aynı yüz. Aynı beden. Aşıktı bu kadının Türkiye'deki " ikizine ". Bir süre o kadını izledi. Kadının gülümseyerek bakan gözlerinden cesaret alarak yanına yaklaştı. Önce birer kadeh viski ve sonra yatak odası. Aklında o!
Bir an utandı kendinden. Sırf ona benzediği için bir kadınla birlikte olmak. Böyle düşündüğü için utandı kendinden. Kadını odadan gönderdi. Bir kadeh viski daha doldurdu. Sonra bir kadeh daha. Bir kadeh daha... Geçen 2 sene boyunca hiç haber almamıştı ondan. Bazı arkadaşlarıyla bağlantı kuramamıştı, bazılarıyla bilerek kurmamıştı. Sadece ailesi ve çok yakın 2-3 arkadaşıyla sürekli iletişimde olmuştu. Şimdi tekrar onu düşünüyordu. Kahretsin! Neden bu gece karşısına ona çok benzeyen biri çıkmıştı ki? Beyni yine allak bullak oldu. Acaba nasıldı? Neler yapıyordu? Evlenmiş miydi, bekar mıydı yoksa? Bir ilişkisi var mıydı? Türkiye'ye döndüğünde " Beni neden hiç aramadın? Mail yazmadın? " dediğinde ne cevap verecekti? Belki şuan o da Türkiye'de değildir orada olsa bile belki İstanbul'da değildir diye düşündü bir an.
Kafasındaki sorularla bindi uçağa. 11 saatlik yolculuğun ardından tekrar İstanbul'daydı. Ailesi onu karşılamaya gelmişti. Hiçbir arkadaşı yoktu orada ama ablası, yakın arkadaşlarına haberini vermişti.
İstanbul'daydı tekrar. O iki sene boyunca aşkıyla hiçbir şekilde bağlantıya geçmemişti ama aileleri görüşmeye devam etmişlerdi. Evine döndüğünde annesine sordu onu. " Tam zamanında geldin, evleniyor. Bu hafta sonu düğünü var. Çok sevinecek seni görünce. " Evleniyordu. Halbuki daha gençti, evlilik için erken sayılabilecek bir yaştaydı. Hiç dönmeseydim iyiydi diye düşündü bir an. Ve özlem giderme faslını kısa kesip ABD'ye olan kesin dönüşünü erkene çekti. Düğünden hemen sonra gidecekti. Aradı onu.
E: Hey, benim. Annem söylemiş sanırım geleceğimi. Bir saat oluyor uçağım ineli. Nasılsın?
K: Ya sen ne kadar vefasızmışsın be! Annenden babandan sana hiç vefa bulaşmamış. Hiç aramaz mı insan bir mail bile atmaz mı? Hiç merak etmez mi benim bir arkadaşım vardı şuan nerede napıyor nasıl diye?
E: Haklısın. Ama merak etme telafi edeceğim bunları. ( Telafi etmek mi? Sadece 5 gün kalacaktı İstanbul'da ve bu 5 gün içinde düğün telaşından onunla görüşme fırsatını bulamayacağını biliyordu nasıl telafi edebilirdi ki ? Ve bu laf ağzından nasıl çıkmıştı? )
K: Biraz zor ama umarım edersin. Evleniyorum lan. Düğünüm içine doğdu kaçırmak istemedin o yüzden mi geldin?
E: Başka ne için olacaktı? Zaten düğünden hemen sonra döneceğim. Düğününde piyanist şantörlük yapıp seni kaptırdığım için ağlayacağım ( karşılıklı gülüşürler ) Müsaitsen görüşelim? ( Ne görüşmesi? Bu laflar kendiliğinden dökülüyordu ağzından! )
K: Tamam. Müsait değilim ama özledim seni. İptal ediyorum bugünkü işlerimi. Hazırlanırım yarım saate. Gel al beni evden.
E: Tamam. Yarım saat sonra oradayım.
Bu buluşmayı aslında hiç istemiyordu. Nasıl oldu da kendini kaptırmıştı yine? Evleniyordu. Ondan uzak durmalı beynini arındırmalıydı. Ama yapamıyordu. Şimdi eline onun eski fotoğraflarını almıştı. Hayır! O evleniyor. Sıçma içine her şeyin! Psikopatça bir takıntıydı bu herhalde. Ve sordu kendi kendine: Benim bu kadınla sorunum ne zaman bitecek?
Yarım saat sonra
E: Efendim
K:Gelmiyor musun? Seni bekliyorum.
Bu sefer ablasına sordu. Abla, benim bu kadınla sorunum ne zaman bitecek? Hiçbir zaman!
( Başlık bir köşe yazısından alıntıdır. )
21 Ocak 2012 Cumartesi
Tarihe Adını Yazdıran Bazı Kişilerin Ölmeden Önceki Son Sözleri
Humphrey Bogart
"Asla Scotch'tan Martini'ye geçmemem gerekirdi."
Marie Antoinette
"Afedersiniz efendim. İsteyerek olmadı."
(Giyotin sehpasına giderken yanlışlıkla celladının ayağına basınca...)
Charlie Chaplin
"Neden olmasın? Ne de olsa kendi malı" ("Tanrı ruhunu affetsin" diyen papaza karşılık olarak)
Albert Einstein
"Ben görevimi burada bitiriyorum"
Wolfgang Amadeus Mozart
"Ölümün tadı, dilimin ucunda. Bu dünyadan olmayan bir şey hissediyorum"
Joan Crawford
"Lanet olsun... Sakın Tanrı'dan bana yardım etmesini istemeye kalkma"
(Kendisi için yüksek sesle dua etmeye başlayan kahyasına söyledi.)
Dominique Bouhours - Ünlü Fransız dilbilgisi uzmanı
"Ölmek üzereyim veya ölmekteyim: bu ifadelerin ikisi de doğrudur."
Kral V. George
"Allah'ın cezası Bognor"
(Doktoru tarafından Bognor Regis'te deniz kıyısında bulunan sarayında dinlenmesi önerilince...)
Nostradamus
"Yarından itibaren artık burada olmayacağım"
Carl Panzram
"Acele et sersem herif, sen böyle oyalanırken ben 10 adam öldürürdüm!"
(Seri katil Panzram, asılarak idam edilmeden hemen önce.)
Saki
"Söndür şu lanet olası sigarayı!"
(Saki'nin (H. H. Munro), 1. Dünya Savaşı sırasında yanında sigara içen siperdeki subay arkadaşına, duman yüzünden yerlerinin tespit edileceği endişesiyle yaptığı uyarı. Bundan hemen sonra Saki, sesini duyan bir Alman askeri tarafından vuruldu.)
Mary Surratt
"Lütfen dikkat edin, düşmeyeyim."
(Başkan Lincoln'un suikastını planlayanlar arasında bulunduğu gerekçesiyle asılan Mary Surratt söyledi. Birleşik Devletler federal hükümeti tarafından idam edilen ilk kadın olan Surratti son sözünü idam sehpasına doğru giderken söyledi.)
Voltaire
"Papaz efendi, bence şu an düşman kazanmak için iyi bir zaman değil."
(Şeytanı lanetlemesini isteyen papaza Voltaire'in verdiği cevap.)
Chopin
“Beni kesip, içimi açmalarını sağlayacağına yemin et. Böylece canlı canlı gömülmekten kurtulurum”(Canlı gömülmekten korkuyordu)
Neville Heath
“Tüh, bunu duble yapsaydınız keşke…”(Asılmadan önce son bir içki içmek isteyen katil)
George Bernard Shaw
“Bu da benim için yeni bir deneyim olacak”
Oscar Wilde
"Ya duvar kağıdı gidiyor ya da ben"
Ludwig van Beethoven
"Komedi bitti"
"Asla Scotch'tan Martini'ye geçmemem gerekirdi."
Marie Antoinette
"Afedersiniz efendim. İsteyerek olmadı."
(Giyotin sehpasına giderken yanlışlıkla celladının ayağına basınca...)
Charlie Chaplin
"Neden olmasın? Ne de olsa kendi malı" ("Tanrı ruhunu affetsin" diyen papaza karşılık olarak)
Albert Einstein
"Ben görevimi burada bitiriyorum"
Wolfgang Amadeus Mozart
"Ölümün tadı, dilimin ucunda. Bu dünyadan olmayan bir şey hissediyorum"
Joan Crawford
"Lanet olsun... Sakın Tanrı'dan bana yardım etmesini istemeye kalkma"
(Kendisi için yüksek sesle dua etmeye başlayan kahyasına söyledi.)
Dominique Bouhours - Ünlü Fransız dilbilgisi uzmanı
"Ölmek üzereyim veya ölmekteyim: bu ifadelerin ikisi de doğrudur."
Kral V. George
"Allah'ın cezası Bognor"
(Doktoru tarafından Bognor Regis'te deniz kıyısında bulunan sarayında dinlenmesi önerilince...)
Nostradamus
"Yarından itibaren artık burada olmayacağım"
Carl Panzram
"Acele et sersem herif, sen böyle oyalanırken ben 10 adam öldürürdüm!"
(Seri katil Panzram, asılarak idam edilmeden hemen önce.)
Saki
"Söndür şu lanet olası sigarayı!"
(Saki'nin (H. H. Munro), 1. Dünya Savaşı sırasında yanında sigara içen siperdeki subay arkadaşına, duman yüzünden yerlerinin tespit edileceği endişesiyle yaptığı uyarı. Bundan hemen sonra Saki, sesini duyan bir Alman askeri tarafından vuruldu.)
Mary Surratt
"Lütfen dikkat edin, düşmeyeyim."
(Başkan Lincoln'un suikastını planlayanlar arasında bulunduğu gerekçesiyle asılan Mary Surratt söyledi. Birleşik Devletler federal hükümeti tarafından idam edilen ilk kadın olan Surratti son sözünü idam sehpasına doğru giderken söyledi.)
Voltaire
"Papaz efendi, bence şu an düşman kazanmak için iyi bir zaman değil."
(Şeytanı lanetlemesini isteyen papaza Voltaire'in verdiği cevap.)
Chopin
“Beni kesip, içimi açmalarını sağlayacağına yemin et. Böylece canlı canlı gömülmekten kurtulurum”(Canlı gömülmekten korkuyordu)
Neville Heath
“Tüh, bunu duble yapsaydınız keşke…”(Asılmadan önce son bir içki içmek isteyen katil)
George Bernard Shaw
“Bu da benim için yeni bir deneyim olacak”
Oscar Wilde
"Ya duvar kağıdı gidiyor ya da ben"
Ludwig van Beethoven
"Komedi bitti"
15 Ocak 2012 Pazar
Bir Kitaptan / XI
Bütün iyi dilekler ve selamlardan sonra...
Dilenciden sultana, köleden efendiye
Hânım hey! ..
Sen ki mahabbet gülistanıma revnak bağışlayanım, efendimsin,
Sen ki arzum, emelim, hicranım ve elemimsin,
Ayrılığından dolayı yardım dilenmeye takatim yok senden, kapında kendini kaybedenlere gıptayla geçen ömrümde bir takate de ihtiyacım kalmadı artık. Sevgili eşiğinde ölene değil sağ kalana şaşmak gerekir, der bir bilge ama ben senden uzakta, aşkınla hasta, ama aşk sayesinde sıhhatteyim. Araya bunca yılın hasreti girmişken bir gün seni görmeye dayanabilir miyim bilmem, ama her sabah seni görüyor ve yüzünden aldığı güzellik ile insan içine çıkıyor diye güneşe, eşiğini döne dolaşa senden nur çalıyor diye her akşam mehtaba bakıyorum, bilesin. 'Bugün nasılsın ey kâinatın başı dönmüş yıldızı? ' diyorum ona, hasbıhal ediyorum; 'Ne haldedir sevgilim, hoş mudur, sofaca mıdır İstanbullar sultanı bugün? ' diye tekrar soruyorum. 'Hiç benim bulunduğum yerden daha kederli bir âleme doğdun mu sen; hiç aşkta altüst olmuş bencileyin bir firkatzede üzerine parladın mı? ' diye sitem ediyorum bazen... Velhasıl günlerce ve gecelerce güneşlere ve aylara durmadan ve dinlenmeden seni soruyorum, hâlâ bir haberini alamayışımı şikâyetle söylüyor, anlatıyorum. Senin beni unutma ihtimalini hatırlayıp çıldırıyorum bazı günler ve bazı geceler yüzünü eskisi gibi hayal edemeyeceğimden korkup kahroluyorum. Sonra tevbeler ediyorum. Seni unutma ihtimalini düşündüğüm için.
AŞKNAME - İSKENDER PALA
Dilenciden sultana, köleden efendiye
Hânım hey! ..
Sen ki mahabbet gülistanıma revnak bağışlayanım, efendimsin,
Sen ki arzum, emelim, hicranım ve elemimsin,
Ayrılığından dolayı yardım dilenmeye takatim yok senden, kapında kendini kaybedenlere gıptayla geçen ömrümde bir takate de ihtiyacım kalmadı artık. Sevgili eşiğinde ölene değil sağ kalana şaşmak gerekir, der bir bilge ama ben senden uzakta, aşkınla hasta, ama aşk sayesinde sıhhatteyim. Araya bunca yılın hasreti girmişken bir gün seni görmeye dayanabilir miyim bilmem, ama her sabah seni görüyor ve yüzünden aldığı güzellik ile insan içine çıkıyor diye güneşe, eşiğini döne dolaşa senden nur çalıyor diye her akşam mehtaba bakıyorum, bilesin. 'Bugün nasılsın ey kâinatın başı dönmüş yıldızı? ' diyorum ona, hasbıhal ediyorum; 'Ne haldedir sevgilim, hoş mudur, sofaca mıdır İstanbullar sultanı bugün? ' diye tekrar soruyorum. 'Hiç benim bulunduğum yerden daha kederli bir âleme doğdun mu sen; hiç aşkta altüst olmuş bencileyin bir firkatzede üzerine parladın mı? ' diye sitem ediyorum bazen... Velhasıl günlerce ve gecelerce güneşlere ve aylara durmadan ve dinlenmeden seni soruyorum, hâlâ bir haberini alamayışımı şikâyetle söylüyor, anlatıyorum. Senin beni unutma ihtimalini hatırlayıp çıldırıyorum bazı günler ve bazı geceler yüzünü eskisi gibi hayal edemeyeceğimden korkup kahroluyorum. Sonra tevbeler ediyorum. Seni unutma ihtimalini düşündüğüm için.
AŞKNAME - İSKENDER PALA
Huzur İçinde Yat Büyük Kaptan...
Türk futbolunun ordinaryüsü, efsane futbolcu Lefter Küçükandonyadis 13.01.2012 Cuma akşamı, 86 yaşındayken hayata gözlerini yumdu. Efsaneye Allah'tan rahmet, onu seven herkese sabırlar diliyorum.
Televizyonlarda iki gündür Lefter'in hayatı anlatılıyor. Bugünde saat 11,00'de Fenerbahçe Şükrü Saraçoğlu Stadyumunda Lefter için cenaze töreni düzenlendi. Dün akşam Fenerbahçe Spor Kulübü Yönetim Kurulu yaptığı açıklamada törene " Lefter'i seven herkesi " davet etti. Bu davete icap edenler arasında ( sevdiğimden değil de sahip olduğu makamdan ötürü yazıyorum ) Başbakan, Bazı Bakanlar, Emniyet Müdürü, Vali ve tanımadığım pek çok siyasilerin dışında, Spor Camiasından önemli isimler ve Lefter'in pek çok hayranı tribünlerdeydi. Ve belki de Şükrü Saraçoğlu tribünlerinde ilk defa Galatasaray atkılı, Beşiktaş atkılı, Fenerbahçe atkılı taraftarlar yan yana, aynı duyguyu, aynı acıyı paylaşarak bulundular. ( Trabzonspor atkılı kimseyi göremedim ama eminim onlar da gelmiştir sonuçta binlerce kişiyi görmek mümkün değil yada belki de atkı takmamıştır gelen Trabzonsporlular )
Uzun uzadıya Lefter Küçükandonyadis'ten bahsetmeyeceğim. Zaten Google'a ismini yazdığınızda pek çok bilgiye ulaşabilirsiniz. Ama söylemek istediğim bazı şeyler var. Bugün televizyon başında cenaze törenini izlerken Lefter'in Başkanımız Aziz Yıldırım'a yazdığı mektup okunduğunda gözlerimden yaş geldi ki ben öz dedesinin, öz halasının ölümünde ağlamayan biriyim. ( Sadece bu ikisini söyledim çünkü çok şükür birinci dereceden yakın akrabalarım arasında sadece iki kişiyi kaybettim, Allah diğerlerine uzun sağlıklı ömürler versin ) Yazımın sonuna hem Lefter'in mektubunu, hem de Başkanımızın cevabını ekleyeceğim. Lefter Rum kökenli olduğu için aktif futbola başladığı dönemlerde aşırı milliyetçi yada ırkçı Türkler tarafından istenmedi, hor görüldü, dışlandı ve ülkeden gitmesi, milli formayı giymemesi istendi. Ama o gitmedi. İnat etti. Ne Fenerbahçe'den ayrıldı, ne de güzelim ülkemizden. Türkiye A Milli Futbol Takımı formasını 50. kez giydiğinde, o formayı 50 kere giyen ilk Türk futbolcu oldu. Toplamda 58 kere giydiği milli forma ile 22 gol atıp, uzun yıllar boyunca milli maçlarda en çok gol atan oyuncu olarak kaldı. Rum olduğu için milli formayı giymesinin tartışıldığı dönemlerde de Yunanistan milli takıma karşı oynayıp gol atarak, kazanmak için var gücüyle oynayarak, mağlubiyeti kabullenmeyen hırslı kişiliğiyle tüm tartışmalara son verdi. Daha 1950'li yıllarda transfer ücreti ödenerek yurt dışına transfer olan ilk Türk futbolcu oldu. İtalya'nın Fiorentina takımında, Fransa'nın Nice takımında sadece 1 yıl, Yunanistan'ın AEK takımında ise 1 yıldan daha az oynamasına rağmen, ve oralarda 60 sene öncesinde bulunmasına rağmen Fiorentina takımı da, Nice takımı da, AEK takımı da Lefter'i andılar. Bu da Lefter'in ne kadar olumlu izler bıraktığının kanıtıdır.
Lefter Küçükandonyadis'in Başkanımıza mektubu:
"İlk önce sana güç, kuvvet ve sabırlar diliyorum. Fenerbahçe’ye ve sana haksızlık yapıldığını düşünüyorum. Bunları yanına gelip söylemeyi isterdim, fakat doktorum izin vermiyor. Rıdvan da sağ olsun helikopter temin etmiş beni sana getirmek için. Uçmaktan çekinmeme rağmen gelmek istedim sana, ama izin vermiyorlar lanet olsun.
Ben formayı giyerek hizmet ettim Fenerbahçe’ye. Sen ise başkan olarak inanılmaz işler başardın. Gelip gözlerimle gördüm. Daha yapacağın çok iş var. Yürekten söylüyorum ki yapacaksın. Moralini bozma sakın. Görüyorum ben, herkese senin arkanda. Geçen gün taraftarlar geldi buraya. Gördüm herkes dua ediyor sana.
Haluk Hergün ve Alp Bacıoğlu hayatımı yazıyor, yakında basılacak. Sen de bir kaç satır yazarsan bu kitap için sevinirim. Yanına gelemiyorum ama sana torunum Özlem’le bir resmimi ve mektubumu gönderiyorum. Benim için yaptıklarını unutamam asla. Ne kadar ömrüm kaldı bilemem. Hakkını helal et yeter benim için.
Lefter Küçükandonyadis"
Başkanımızın Lefter'e cevap olarak yazdığı ama ölmeden önce Lefter'e ulaşamayan mektup:
"Hayatımızın farklı noktalarında, farksız bir inançla gönülden bağlandığımız renkler bizi bir araya getirmişti.
Şimdi geriye dönüp bakınca, 2005’teki o maçı hatırlıyorum Lefter Ağabey. Aslında daha da çok maç öncesini… Taraftarlarımız, seni, Efsane Özel Ödülü’ne layık görmüştü; tribünleri birlikte selamlamıştık.
Bugün ise birlikte değiliz, maalesef.
Elimden gelse yine yanında olurdum, sarı lacivert atkınla, bize tarihimizden anılar anlatmanı isterdim, yine…
104 yıllık tarihin ötesine geçmiş, her rengin idolü bir isim olmanla hep gurur duydum; yeşil sahadaki mucizelerine yetişememiş gençlerin, ’Ver Lefter’e Yazsın Deftere’ sözleriyle seni bugün dahi yaşıyor olması ise mutluluğum oldu.
Rekorların, birbirinden güzel gollerin, camiamıza yaşattığın sayısız zaferler… Bunların hiçbiri değil, bizim gururumuz olmanın en temel sebebi. Saha dışına taşıdığın büyük Fenerbahçe sevgin bizi bir adım daha yaklaştırdı sana.
Bugün birlikte değiliz maalesef.
Sana olan saygımız, sevgimiz ise değişmedi; duygularımız ise daha yoğun…
Fotoğrafını ve mektubunu aldım. İyi dileklerin ve duaların için teşekkür ederim.
Fenerbahçe’ye hizmet etmek her ne şekilde ve nerede olursa olsun benim için en büyük onur. Fenerbahçe için yapmamız gereken çok şey var; senin de Fenerbahçeli yeni nesillere anlatacak daha çok anın olmalı…
Umarım, yine bir maç öncesi birlikte çıkarız sarı lacivert tribünlerin önüne… Sen yine Sarı Lacivert atkını takarsın, ben de seninle birlikte bir kez daha adım atarım yeşile…
Hakkını helal et demişsin Lefter Ağabey, Türk Futbolu’nun Ordinaryusu’na hakkım helal olsun...
Aziz YILDIRIM
Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanı"
Kaptanımız Alex De Souza'nın Efsane Kaptan'ın arkasından söyledikleri:
"Lefter’i Ada’da ziyaret ettiğim gün, Türkiye içerisinde bulunduğum günler içerisinde, belki de yaşadığım en mutlu en onurlu ve en gururlu olduğum anlardan bir tanesiydi. Özelikle son zamanlarda kendisinin sağlığı açısından yaşadığı zor günler ve vefatı beni çok üzdü. Fenerbahçe gibi büyük taraftara sahip olan kulüplerde böyle büyük efsaneler hiçbir zaman ölmezler. Burada onun son yolculuğunda, şunun sözünü vermemiz gerekiyor ki, onun büyük başarılarla bıraktığı çubuklu formayı en iyi şekilde taşıyacağım. Bunun yapılması için de elimden geleni yapacağım"
Televizyonlarda iki gündür Lefter'in hayatı anlatılıyor. Bugünde saat 11,00'de Fenerbahçe Şükrü Saraçoğlu Stadyumunda Lefter için cenaze töreni düzenlendi. Dün akşam Fenerbahçe Spor Kulübü Yönetim Kurulu yaptığı açıklamada törene " Lefter'i seven herkesi " davet etti. Bu davete icap edenler arasında ( sevdiğimden değil de sahip olduğu makamdan ötürü yazıyorum ) Başbakan, Bazı Bakanlar, Emniyet Müdürü, Vali ve tanımadığım pek çok siyasilerin dışında, Spor Camiasından önemli isimler ve Lefter'in pek çok hayranı tribünlerdeydi. Ve belki de Şükrü Saraçoğlu tribünlerinde ilk defa Galatasaray atkılı, Beşiktaş atkılı, Fenerbahçe atkılı taraftarlar yan yana, aynı duyguyu, aynı acıyı paylaşarak bulundular. ( Trabzonspor atkılı kimseyi göremedim ama eminim onlar da gelmiştir sonuçta binlerce kişiyi görmek mümkün değil yada belki de atkı takmamıştır gelen Trabzonsporlular )
Uzun uzadıya Lefter Küçükandonyadis'ten bahsetmeyeceğim. Zaten Google'a ismini yazdığınızda pek çok bilgiye ulaşabilirsiniz. Ama söylemek istediğim bazı şeyler var. Bugün televizyon başında cenaze törenini izlerken Lefter'in Başkanımız Aziz Yıldırım'a yazdığı mektup okunduğunda gözlerimden yaş geldi ki ben öz dedesinin, öz halasının ölümünde ağlamayan biriyim. ( Sadece bu ikisini söyledim çünkü çok şükür birinci dereceden yakın akrabalarım arasında sadece iki kişiyi kaybettim, Allah diğerlerine uzun sağlıklı ömürler versin ) Yazımın sonuna hem Lefter'in mektubunu, hem de Başkanımızın cevabını ekleyeceğim. Lefter Rum kökenli olduğu için aktif futbola başladığı dönemlerde aşırı milliyetçi yada ırkçı Türkler tarafından istenmedi, hor görüldü, dışlandı ve ülkeden gitmesi, milli formayı giymemesi istendi. Ama o gitmedi. İnat etti. Ne Fenerbahçe'den ayrıldı, ne de güzelim ülkemizden. Türkiye A Milli Futbol Takımı formasını 50. kez giydiğinde, o formayı 50 kere giyen ilk Türk futbolcu oldu. Toplamda 58 kere giydiği milli forma ile 22 gol atıp, uzun yıllar boyunca milli maçlarda en çok gol atan oyuncu olarak kaldı. Rum olduğu için milli formayı giymesinin tartışıldığı dönemlerde de Yunanistan milli takıma karşı oynayıp gol atarak, kazanmak için var gücüyle oynayarak, mağlubiyeti kabullenmeyen hırslı kişiliğiyle tüm tartışmalara son verdi. Daha 1950'li yıllarda transfer ücreti ödenerek yurt dışına transfer olan ilk Türk futbolcu oldu. İtalya'nın Fiorentina takımında, Fransa'nın Nice takımında sadece 1 yıl, Yunanistan'ın AEK takımında ise 1 yıldan daha az oynamasına rağmen, ve oralarda 60 sene öncesinde bulunmasına rağmen Fiorentina takımı da, Nice takımı da, AEK takımı da Lefter'i andılar. Bu da Lefter'in ne kadar olumlu izler bıraktığının kanıtıdır.
Lefter Küçükandonyadis'in Başkanımıza mektubu:
"İlk önce sana güç, kuvvet ve sabırlar diliyorum. Fenerbahçe’ye ve sana haksızlık yapıldığını düşünüyorum. Bunları yanına gelip söylemeyi isterdim, fakat doktorum izin vermiyor. Rıdvan da sağ olsun helikopter temin etmiş beni sana getirmek için. Uçmaktan çekinmeme rağmen gelmek istedim sana, ama izin vermiyorlar lanet olsun.
Ben formayı giyerek hizmet ettim Fenerbahçe’ye. Sen ise başkan olarak inanılmaz işler başardın. Gelip gözlerimle gördüm. Daha yapacağın çok iş var. Yürekten söylüyorum ki yapacaksın. Moralini bozma sakın. Görüyorum ben, herkese senin arkanda. Geçen gün taraftarlar geldi buraya. Gördüm herkes dua ediyor sana.
Haluk Hergün ve Alp Bacıoğlu hayatımı yazıyor, yakında basılacak. Sen de bir kaç satır yazarsan bu kitap için sevinirim. Yanına gelemiyorum ama sana torunum Özlem’le bir resmimi ve mektubumu gönderiyorum. Benim için yaptıklarını unutamam asla. Ne kadar ömrüm kaldı bilemem. Hakkını helal et yeter benim için.
Lefter Küçükandonyadis"
Başkanımızın Lefter'e cevap olarak yazdığı ama ölmeden önce Lefter'e ulaşamayan mektup:
"Hayatımızın farklı noktalarında, farksız bir inançla gönülden bağlandığımız renkler bizi bir araya getirmişti.
Şimdi geriye dönüp bakınca, 2005’teki o maçı hatırlıyorum Lefter Ağabey. Aslında daha da çok maç öncesini… Taraftarlarımız, seni, Efsane Özel Ödülü’ne layık görmüştü; tribünleri birlikte selamlamıştık.
Bugün ise birlikte değiliz, maalesef.
Elimden gelse yine yanında olurdum, sarı lacivert atkınla, bize tarihimizden anılar anlatmanı isterdim, yine…
104 yıllık tarihin ötesine geçmiş, her rengin idolü bir isim olmanla hep gurur duydum; yeşil sahadaki mucizelerine yetişememiş gençlerin, ’Ver Lefter’e Yazsın Deftere’ sözleriyle seni bugün dahi yaşıyor olması ise mutluluğum oldu.
Rekorların, birbirinden güzel gollerin, camiamıza yaşattığın sayısız zaferler… Bunların hiçbiri değil, bizim gururumuz olmanın en temel sebebi. Saha dışına taşıdığın büyük Fenerbahçe sevgin bizi bir adım daha yaklaştırdı sana.
Bugün birlikte değiliz maalesef.
Sana olan saygımız, sevgimiz ise değişmedi; duygularımız ise daha yoğun…
Fotoğrafını ve mektubunu aldım. İyi dileklerin ve duaların için teşekkür ederim.
Fenerbahçe’ye hizmet etmek her ne şekilde ve nerede olursa olsun benim için en büyük onur. Fenerbahçe için yapmamız gereken çok şey var; senin de Fenerbahçeli yeni nesillere anlatacak daha çok anın olmalı…
Umarım, yine bir maç öncesi birlikte çıkarız sarı lacivert tribünlerin önüne… Sen yine Sarı Lacivert atkını takarsın, ben de seninle birlikte bir kez daha adım atarım yeşile…
Hakkını helal et demişsin Lefter Ağabey, Türk Futbolu’nun Ordinaryusu’na hakkım helal olsun...
Aziz YILDIRIM
Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanı"
Kaptanımız Alex De Souza'nın Efsane Kaptan'ın arkasından söyledikleri:
"Lefter’i Ada’da ziyaret ettiğim gün, Türkiye içerisinde bulunduğum günler içerisinde, belki de yaşadığım en mutlu en onurlu ve en gururlu olduğum anlardan bir tanesiydi. Özelikle son zamanlarda kendisinin sağlığı açısından yaşadığı zor günler ve vefatı beni çok üzdü. Fenerbahçe gibi büyük taraftara sahip olan kulüplerde böyle büyük efsaneler hiçbir zaman ölmezler. Burada onun son yolculuğunda, şunun sözünü vermemiz gerekiyor ki, onun büyük başarılarla bıraktığı çubuklu formayı en iyi şekilde taşıyacağım. Bunun yapılması için de elimden geleni yapacağım"
Tribünler inledi binlerce kere,
Ver Leftere yaz deftere...
Bitti kalem, doldu defter,
Huzur içinde yat Lefter !
- Bu taraftar seni unutmayacak ! -
Ver Leftere yaz deftere...
Bitti kalem, doldu defter,
Huzur içinde yat Lefter !
- Bu taraftar seni unutmayacak ! -
14 Ocak 2012 Cumartesi
Tamam İstanbul'a Kar Yağmasını Özledik de...
Bu kadarı fazla ama! Elektrikler kesilir sular kesilir metro çalışmaz ben soğukta 1 saat beklerim ayaklarımı hissetmemeye başlayınca yanlarına gidemeyeceğim için arkadaşlarımdan özür dileyip eve dönerim. Umarım hasta olmam!
Şehrimizin teknolojik alt yapısı da çok güçlüymüş hani! O Bedaş fatura yatmadığı zaman elektriği kesmeyi biliyor ama kendisi bizi saatlerce elektriksiz bırakınca bir şey yok! Ben o bedaştakilerin, bu enerji kesikliğinden sorumlu olan herkesin AQ !
Kar yağsın arkadaşım Avrupa'da da yağıyor, Rusya karsız gün yaşamıyor onlarda oluyor mu kesinti? Allah'tan karı özlemişiz de izlemekle keyif bulduk, ne zamandır sadece cep telefonumun wallpaperdaki görsel de gördüğüm karlı İstanbul'u yaşadık tekrar. Şu enerji kesintisi olmayaydı, trafik boklaşmayaydı arkadaşlarla buluşup daha keyifli bir hafta sonu geçirirdim ya neyse... İstanbul'da karı en son gördüğümde Galata Kulesinin kafeteryasındaydım ve sıcak çikolata içiyordum. Haliç'in, Marmara'nın üstüne düşen karları, o tepeden, sıcak çikolata eşliğinde izlemek fazlasıyla keyif vericiydi. Bugün ise metro istasyonu içinden, enerji kesintisinin bir an önce giderilmesini bekleyerek, soğuktan titreyerek izledim. Ve hiç de keyifli değildi. Eve gelince kendime damla sakızlı Türk kahvesi yaptım, ama karanlıkta hiç köpürtemedim, bari ev aydınlık olaydı da kar karşısında kahve içerek kitap okuyabilseydim, o da olmadı...
Yaklaşık 4-5 aydır Larien'i, 3 dostumla tanıştırmanın fırsatını kolluyordum. Larien de, diğerleri de birbirleriyle tanışmak istiyorlardı ama bir türlü fırsatını bulamamıştık. Neyse ki 2'siyle tanıştırabildim sonunda, darısı 3.nün başına. Ama bir tanıştırdım pir tanıştırdım yani. Perşembe biriyle, cuma akşamı da diğeriyle :D Arkadaşlarımdan biri de Beşiktaşlı olmasına rağmen bana aldığı Fenerbahçe bilekliği ile beni fazlasıyla mesut etti ama o şahıs bugünde canımı sıktı ya neyse!
Bütün bunlar yaşanırken Türk futbolu ordinaryüsünü kaybetti... Fenerbahçeli eski futbolcu, Türkiye'den yurt dışına transfer olan ilk Türk, Şeref Madalyası alan ilk milli futbolcu Lefter Küçükandonyadis dün akşam hayata gözlerini yumdu. Ölmeden önce son isteği Büyük Başkanı bir kez daha görmekti. Ama doktorlar yolculuğun sakıncalı olacağı gerekçesiyle izin vermedi. Huzur içinde yat efsane kaptan, bu taraftar seni hiçbir zaman unutmayacak...
Tribünler inledi binlerce kere,
Ver Leftere yaz deftere...
Bitti kalem, doldu defter,
Huzur içinde yat Lefter !
- Bu taraftar seni unutmayacak ! -
Ver Leftere yaz deftere...
Bitti kalem, doldu defter,
Huzur içinde yat Lefter !
- Bu taraftar seni unutmayacak ! -
12 Ocak 2012 Perşembe
11 Ocak 2012 Çarşamba
Bir Kitaptan / IX
Mecnun'un Leyla'ya olan aşkı...
Günlerdir birinde Mecnun'a rastlayan bir gönül ehli sordu:
" Leyla hakkında ne biliyorsun? Bana Leyla'dan haber ver. "
Mecnun o anda baş aşağı yıkıldı, yere sarılıp kaldı. Sonra inler gibi mırıldandı:
" Bir kere daha Leyla de. Benden bir şeyler sorup durman beyhude. Madem Leyla diyorsun, soruna cevap olarak Leyla adı kafi değil mi? Ne kadar mana incisi delinse, yine de Leyla adı kadar değerli değildir.Leyla'nın adını andın mı, cihan içindeki cihanlara sır söyledin demektir. Leyla adı hatırımda dururken başka adları bir an bile ansam küfürdür. "
Bunu duyan o gönül ehli şu şiiri söyledi:
" Mecnun " ... la ilahe illah ( ... dan başka ilah yoktur ) diyordu.
Leyla ile kavuşma teklif ettiklerinde " la ( hayır ) diyordu
Leyla'ya o derece tutkun idi ki; bazen şaşırıp
Mevla diyeceğine Leyla diyordu. "
Mecnun bunun üzerine toparlanıp oturdu. Toprağı karıştırmaya başladı. Sanki orada bir şeyler arıyor, eşeliyordu. Adam dedi ki:
" A biçare ne arıyorsun? "
Mecnun bir ah edip cevap verdi.
" Elbette Leyla'yı arıyorum. "
" İyi ama Leyla yerde ne gezer? Öylesine berrak bir incinin yol toprağında ne işi var?"
" Elbette o melek yaradılışlı yerde, toprakta olmaz, ama ben onu nerede olursa ararım. Belki bir an gelir, bir yerde buluveririm. "
Günlerdir birinde Mecnun'a rastlayan bir gönül ehli sordu:
" Leyla hakkında ne biliyorsun? Bana Leyla'dan haber ver. "
Mecnun o anda baş aşağı yıkıldı, yere sarılıp kaldı. Sonra inler gibi mırıldandı:
" Bir kere daha Leyla de. Benden bir şeyler sorup durman beyhude. Madem Leyla diyorsun, soruna cevap olarak Leyla adı kafi değil mi? Ne kadar mana incisi delinse, yine de Leyla adı kadar değerli değildir.Leyla'nın adını andın mı, cihan içindeki cihanlara sır söyledin demektir. Leyla adı hatırımda dururken başka adları bir an bile ansam küfürdür. "
Bunu duyan o gönül ehli şu şiiri söyledi:
" Mecnun " ... la ilahe illah ( ... dan başka ilah yoktur ) diyordu.
Leyla ile kavuşma teklif ettiklerinde " la ( hayır ) diyordu
Leyla'ya o derece tutkun idi ki; bazen şaşırıp
Mevla diyeceğine Leyla diyordu. "
Mecnun bunun üzerine toparlanıp oturdu. Toprağı karıştırmaya başladı. Sanki orada bir şeyler arıyor, eşeliyordu. Adam dedi ki:
" A biçare ne arıyorsun? "
Mecnun bir ah edip cevap verdi.
" Elbette Leyla'yı arıyorum. "
" İyi ama Leyla yerde ne gezer? Öylesine berrak bir incinin yol toprağında ne işi var?"
" Elbette o melek yaradılışlı yerde, toprakta olmaz, ama ben onu nerede olursa ararım. Belki bir an gelir, bir yerde buluveririm. "
Avutma beni, ben biliyorum...
Bir rüzgarla gelen güzelim düşler, bir yağmur yağar unutulur gider...
...
Bir varsın bir yoksun hayal gibi, sanki kaybolmuş çocuklar gibi
O kadar güzelsin ki gitme kal, hiç söylemediğim sözcükler gibi...
...
Hep yalnızdım yalnız kalacağım, boş yastıklara sarılacağım,
Seni hep bir rüya sayacağım, böyle kendimi kandıracağım...
8 Ocak 2012 Pazar
Siz Vatanperverseniz...
"Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet.
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."
Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla,
bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson'un
66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali
Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira.
"Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."
Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt
hainiyim, ben vatan hainiyim.
Vatan çiftliklerinizse,
kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,
vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,
vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,
vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,
ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,
vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa,
vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,
ben vatan hainiyim.
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla :
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet.
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."
Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla,
bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson'un
66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali
Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira.
"Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."
Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt
hainiyim, ben vatan hainiyim.
Vatan çiftliklerinizse,
kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,
vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,
vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,
vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,
ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,
vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa,
vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,
ben vatan hainiyim.
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla :
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
5 Ocak 2012 Perşembe
" Ölmezsin Diye Düşünüyorum "
Yarın Girişimcilik adlı dersten final sınavına gireceğim. Bu dersi geçmek için bir iş planı hazırlayıp bunun sunumunu yapmamız gerekiyordu. İki arkadaş ortak hazırladık. Ama sunum tarihleri benim İMKB Stajımın olduğu günlere denk geldi. Dolayısıyla ben sunumda arkadaşımı yalnız bıraktım.
Sene başından böyle olacağı belliydi. Ve dersin hocasıyla konuştuğumda bana " sunum yapamayacağım için puan kıracağını " söylemişti. E bende paşa paşa eyvallah demek zorunda kalmıştım.
Bugün hocamla konuştum. Konuyu tekrar açtım.
Ben : Hocam, ben sunumu yapamamıştım. Arkadaşım yapmıştı.
Hoca : Evet, hatırladım.
Ben : Bunun bana bir eksisi olur mu?
Hoca : Tabii ki olacak. ( Buraya dikkat buradaki söz bu postun yayınlama sebebidir! ) Ama sen düzgün bir öğrencisin. Ölmezsin diye düşünüyorum.
Ben : ( What the Fuck! ) Peki, teşekkür ederim hocam.
Hoca : Eğer finalin çok kötü geçerse gel yine bana konuşalım.
Ben : Peki hocam, sağ olun.
Bu kadınla sene başından beri " normal " sayılabilecek bir konuşma geçmedi aramda. Eksi konuşmalarımıza ithafen de bugün odasına " Size çok kolay bir sorum var! " diyerek girdim. Umarım yarın ki sınavdan ölmek şöyle dursun, burnum bile kanamadan (!) çıkarım.
Sene başından böyle olacağı belliydi. Ve dersin hocasıyla konuştuğumda bana " sunum yapamayacağım için puan kıracağını " söylemişti. E bende paşa paşa eyvallah demek zorunda kalmıştım.
Bugün hocamla konuştum. Konuyu tekrar açtım.
Ben : Hocam, ben sunumu yapamamıştım. Arkadaşım yapmıştı.
Hoca : Evet, hatırladım.
Ben : Bunun bana bir eksisi olur mu?
Hoca : Tabii ki olacak. ( Buraya dikkat buradaki söz bu postun yayınlama sebebidir! ) Ama sen düzgün bir öğrencisin. Ölmezsin diye düşünüyorum.
Ben : ( What the Fuck! ) Peki, teşekkür ederim hocam.
Hoca : Eğer finalin çok kötü geçerse gel yine bana konuşalım.
Ben : Peki hocam, sağ olun.
Bu kadınla sene başından beri " normal " sayılabilecek bir konuşma geçmedi aramda. Eksi konuşmalarımıza ithafen de bugün odasına " Size çok kolay bir sorum var! " diyerek girdim. Umarım yarın ki sınavdan ölmek şöyle dursun, burnum bile kanamadan (!) çıkarım.
3 Ocak 2012 Salı
Bir Kitaptan / VIII
... aşk, asla paylaşılamayan sır...
Leyla'ya sordular:
" Sen mi Kays'ı daha çok sevdin; yoksa o mu seni? "
Kara saçlı, kara gözlü, kara benli Leyla iç geçirdi, üzüldü:
" Dostlar bu nasıl bir soru, bana böyle bir soruyu nasıl sorarsınız ki?! Elbette ben onu daha çok sevdim, onun beni sevdiğinden... "
" İyi ama Leyla, o senin için deliye döndü, çöllere düştü, adı Mecnun'a çıktı ve kurtlarla kuşlarla konuşur oldu.. "
" İşte bakın, o gitti, bana olan aşkını ona buna anlattı, ben ise aha şuracağımda, kalbimin içinde onun aşkını saklayıp durdum, hiç kimse ile ne paylaştım, ne kimseye dert yandım. Şimdi siz karar verin, o mu beni daha çok sevmiş; ben mi onu?!.. "
Leyla'ya sordular:
" Sen mi Kays'ı daha çok sevdin; yoksa o mu seni? "
Kara saçlı, kara gözlü, kara benli Leyla iç geçirdi, üzüldü:
" Dostlar bu nasıl bir soru, bana böyle bir soruyu nasıl sorarsınız ki?! Elbette ben onu daha çok sevdim, onun beni sevdiğinden... "
" İyi ama Leyla, o senin için deliye döndü, çöllere düştü, adı Mecnun'a çıktı ve kurtlarla kuşlarla konuşur oldu.. "
" İşte bakın, o gitti, bana olan aşkını ona buna anlattı, ben ise aha şuracağımda, kalbimin içinde onun aşkını saklayıp durdum, hiç kimse ile ne paylaştım, ne kimseye dert yandım. Şimdi siz karar verin, o mu beni daha çok sevmiş; ben mi onu?!.. "
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)