31 Ekim 2011 Pazartesi

Cause This is Thriller!

Daha önce de bahsettiğim gün nihayet yaşandı. 29 Ekim'i 30'a bağlayan gece 04,00'te Ortaköy sahilde 259 kişiyle birlikte Thriller...

Tüm Dünya ile aynı anda dediler ama bizde saatler tam o an 1 saat geri alındığı için tüm dünyadan şaşmış olabiliriz çünkü 1 saat daha bekledik. Ortaköy sahile 11 gibi vardım ve beklediğimin aksine çok güzel bi hava vardı. Şanslı gecemizdeyiz diye düşünmeye başladım. Neyse daha sonra komşum Larien ailesiyle birlikte geldi. 1-2 prova, sonrası makyaj sonrası bekleme. Saat 02,30 sonrası sanki fena esmeye başladı. O an aklımda tek bi soru vardı: Allah akıl dağıtırken ben neredeydim?

Kıçımız dondu. Oturduğumuz yer ile bir buzul kütlesi oluştu desem yeridir. Neyse ki sonra açılmaya başladı. Bu saatlerde ortaya atılan bir " midye " lafı hepimizin canının çok acayip bir şekilde midye çekmesine sebep oldu ve şansımıza daha doğrusu şanssızlığımıza tüm midyeciler gitmişti. Ortaköy esnafından aldığımız " iltifatlara " hiç değinmiyorum. " Ölüyüm ben param yok beleşe kumpir verin bana " diye bir yakarışta bulundum ama iplenmedim :( Tabi en önemlisi bizi gören orta yaşlı bir kadın turistin " Ben Ortaköy'e geldiğimi sanıyordum meğerse burası Tahtalıköy'müş " dercesine şaşkınlıkta bakışıydı. Ha unutmadan makyajdan çıktıktan sonra Larien'in sevimli zombicik kardeşinin bir köpeği korkuttuğunu belirtmek isterim falan filan.

Ve saatler 04,00... 6 dk mı ne sürdü. Senkron hatalarım sık, hareketleri gecikmeli yapan bir odun görürseniz videoda ( postun sonunda paylaşacağım ) bilin ki o benim :D ama o gecikmede hortlamamızdan önce üzerime yatan ve görünmemi engelleyen 25131813285478963225 kişinin de etkisi var ! Bittiğinde " anaaa bitti lan " diye üzüldüm :( sonra kendimi We Are The World şarkısı çalarken Larien'in kardeşini omuzlarıma almış halde buldum :D



Geri dönüşü hep beraber yaptık ve yolda Larien dilinden " cause this is thriller " kısmını düşürmedi ee bende başlık yapayım dedim. Yaklaşık 6 saat falan Ortaköy sahilde kaldık. Daha önce hiç bu kadar süre orada kaldığımı hatırlamıyorum ve buradan yetkililere sesleniyorum: Seneye Salacak sahilde yapılsın! 

Herkesin mutlaka katılmasını şiddetle tavsiye ediyorum. Michael Jackson'ı sevin sevmeyin önemli değil, bende büyük bi hayranı değildim kendisinin ama bu organizasyon, katılan herkesin fazlasıyla eğlenebileceği bir şey. Eve döndükten sonra makyajı çıkartmak biraz zor oluyor ama olsun :D 

Ha unutmadan hala herhangi bir hastalık belirtim olmadığı için çok mutluyum :D ee herhalde ölene kadar her sene giderim ben bu etkinliğe :)



P.S.: Bu yazıyı neden bu kadar geç yazdın diyecekseniz, Larien önce ben yazıcam sen yazma demişti, onun yazmasını bekledim :D ama kendisine buradan büyük bir teşekkür yolluyorum, beni bu etkinlikten haberdar ettiği için :)

P.S.2: Yanarım yanarımda Mecidiyeköy'de DT2'yi beklediğim yarım saate yanarım. Önceden gelmeyi düşünüp de sonradan vazgeçen kişilerde kaçırdıkları eğlenceye yansınlar.

Buyrun şimdilik tek videomuz bu :) 


27 Ekim 2011 Perşembe

Hatıralarından Yüzde Kaçını Unuttun?


varabildiğin yere kadar var..! 
var var var...! 


Akar sular dönmez geri tıpkı gençliğim gibi,bebekti ceninin ergeni,bir erdi büyümüş meyvesi. 
Sakal bıyıkla geride kaldı Yunusun hamlık evresi,sivilce,akne katledildi soldu yüzümün güneşi. 
Ve çivisi düşmüş tablolarda bir resimdi kendisi,kükreyen şu gökyüzüde kuşun kilitli kafesi 
Tersi döndü güvenin ansızın belirdi dostun hilesi,fincan kahve içtim kursağımda kaldı telvesi. 
Kırıştır yalan kahpesi,baştan akıl alır ya cilvesi.Yıkar,geçer bir dostun düşmancasına hamlesi. 
İki boy aşmış ihanetin ki kat`i yok bahanesi,hayrından umutsuzum getirme bari şerrini. 
Ve hepsi aynı yolda yolcu onca bedenin kellesi,meydan önüne dizilecek ve alınacak ifadesi. 
Dualar olmasaydı kim kovardı kalleş iblisi? kalbim ak da pak da desen yüzünden yansır pisliğin. 


Altın harflerle yaz mahlasımı.Halvetim kasvet,kem gözlere şiş!... 
Cadü ya herru!.. ya merru!.. kaf-kef, gölge haramilerine bir selam çak!.. 
Abile patladı,demlenir simam,nüşinrevandan handan ummmam ben. 
Ahu-yi felek mum,ben şamdan.Düşmez kalkmaz bir Allah`tır uyan!.. 


Sago sus!...husus derin çukurda içine sin,pusu kuran huşu içinde gözlerinde kin belirgin. 
Vay senin şu kindar halin.Hin pilanların var hin.Cenin büyüdü savaşa girdi silahlarımı bana verin. 
Yardan sarkıttığın dostlarından kaçının ipini tuttun ? Onlar güldü,sen somurttun.Kalbinde kaç gül kuruttun? 
Hatıralarından yüzde kaçını unuttun? senin adını anmamak şartıdır dostluğumun. 
Rap ten olma gökyüzünün güneşi sago. bu benim yüzüm.Gölgeme sığınır mana özüm,hicran çölüne düştüm. 
Yüz pınar yaş akıtsın gözüm.Kendi başıma öğrendim,kendim büyüdüm.Dudaklarımla gömdüm. 

Sanma şâhım herkesi sen sadıkâne yâr olur 
Herkesi sen dost mu sandın belki ol ağyâr olur 
Sadıkâne belki ol âlem de serdâr olur 
Yâr olur ağyâr olur serdâr olur dildâr olur. 


Altın harflerle yaz mahlasımı.Halvetim kasvet,kem gözlere şiş!... 
Cadü ya herru!.. ya merru!.. kaf-kef, gölge haramilerine bir selam çak!.. 
Abile patladı,demlenir simam,nüşinrevandan handan ummmam ben. 
Ahu-yi felek mum,ben şamdan.Düşmez kalkmaz bir Allah`tır uyan!.. 

Boş Zamanlarımı Değersizleştiriyorum!

Eveeeeeeeeeeeeettt diye konuya giriyorum. Kasım ayında beni bekleyenler: 20 Kasım'a kadar bitmesi gereken 3 proje ( ki bunlardan ikisi direk dersi geçip geçmeme durumunu belirleyecek, bu ikiliye dahil olmayan 3. projemin ise 6 gün sonra sunulması gerekiyor ), 21-30 Kasım tarihleri arasında vizeler, 27 Kasım'da ALES. Oh ne güzel! Peki ben ne durumdayım? Vallaha ALES'ten 4 konu bitirmiş olabilirim tam hatırlamıyorum. Zaten geri kalanların yanında lafı olmaz. Onun dışında her şey 0 modunda. Ve sanırım bundan ötürü azıcık ucundan bir şekilde de değil bildiğin hayvani boyutlarda bir vicdan azabı çekiyorum!

Bu sene üniversitedeki son senem diye, ne staj ne part iş aradım. Programımı mümkün olduğunca boş tutmaya çalıştım. Hem derslere adam akıllı çalışır hem rahat rahat ALES'e hazırlanır hemde son sene sosyalliği yaşarım dedim. Neyse gel görelim ki boş zamanlarım çok olmasına rağmen bu boş zamanları kullanamıyorum. Mesela bugün 2-5 arasında olan dersime girmeyip eve geldim. Vurup kafayı uyudum. Saat 3te uyandım geri. O saatten beri naptım? Hiçbir şey! Ya işin kıl tarafı boş boş oturunca zaman da geçiremiyorum. Sıkıntıdan patlıyorum. Okumak için bir kitap alıyorum elime almamla bırakmam bir oluyor. Soru çözeyim diyorum yok. Film konusunda zaten daha önce bir post yazmıştım değişen hiçbir şey olmadı. ( O günden bugüne sadece bir film izleyebildim: Midnight in Paris. Keyifli bi filmdi falan filan ) Ders çalışmak zaten hak getire. Kalem tutmayı yazı yazmayı unutmuşum. Son zamanlarda en başarılı olduğum konu müzik dinlemek. Bıkmadan usanmadan dinliyorum. Ha bir de burada yazdıklarınızı okuyorum.

Sorun bende olmasına rağmen sonra da çıkıp zaman geçmiyor diye yakınıyorum. Ya ne güzel istediğim boş zamanlara sahibim. Yazın başvurduğum bir şirket olumlu döndü. Part time, haftada 25 saat / 5 gün çalışmamı istediler. Kabul etmedim. Ders çalışmaya vakit bulamam diye. Boş olayım dedim. O zaman çalış dimi? Niye çalışmıyorsun be adam? Yok boş boş hiçbir şey yapmadan zaman geçirmenin zevkli bir yanı olsa eyvallah. Boş gezenin boş kalfası oldum çıktım.



Halimden memnun muyum? Kesinlikle hayır. Peki bunu değiştirmek benim elimde mi? Kesinlikle evet. Peki ben napıyorum? Bu şekilde devam ediyorum.

Mesela bugün de yarım saat öncesine kadar " yeter artık bugün boş boş oturdum ALES'e ne kaldı. Elindeki çayı bitir de çalışmaya başla " dedim kendime. Ve çok kararlıydım çalışmak konusunda. Sonuç? Çayı bitirip buraya geldim. Sıla'dan Vur Kadehi Ustam'ı ve Boş Yere'yi dinleyerek bunları yazıyorum. Ha bide kaç gündür geçmek bilmeyen bir boğaz birde baş ağrım var. Öyle dayanılmayacak türden değiller çok şükür ama azar azar hırpalıyorlar beni. Daha önce hiçbir ağrım bu kadar uzun sürmemişti. Allah sonumu hayır etsin.

Bir yer ile ilgili bir şey okusam, bi haber dinlesem, bişey izlesem olumlu olsun olmasın hiç fark etmiyor oraya gidesim geliyor bide. Neyse ki bu konuda yalnız değilim. Böyle sürekli farklı farklı yerlere gitmek isteyince karar veremiyorum ( dönem dönem çok büyük kararsızlıklar yaşarım onlardan birine giriyorum galiba ) karar veremeyince de hiçbir yere gitmiyorum oturuyorum evimde.

Bütün bunlara ek olarak akşam Beşiktaş deplasmanına çıkıyoruz. Kazanırsak bu moralle yarın hem kitap okurum, hem ALES için 200 soru çözerim, hem 3-5 film izlerim falan filan. Haydi Fener'im, göster gücünü!

Son olarak 3 haftadır beklediğimiz gün geldi. 2 gece sonra zombi olucam. ( böyle yazınca zombi olmadna 2 gün öncesini 3 haftadır bekliyormuşum gibi bir anlam çıktı sanırım ama yok öyle bir şey 2 gün sonrasını bekliyorum merak etmeyin ) Ortaköy sahilde 200'i aşması beklenen bir grupla zombi olup Thriller yapmak çok keyifli olucak. O makyajın silinmesi aşamasında büyük sıkıntı çekeceğime dair bir his var içimde ama neyse. Okulda hangi arkadaşıma söylesem " Allah akıl fikir versin / Lan deli misin? / İşin yok mu oğlum senin / hahahahahahahaha vs vs " karşılıkları alıyorum. Latin danslarına meraklı olan bir kız arkadaşımın bu konuda beni desteklemesi umut ediyordum ki ondan aldığım cevapta " ben gitmem. ama sana yakışır " yönünde oldu. Ne demek istedi onu da anlamış değilim. Neyse zar zor da olsa öğrendiğim Thriller, eş zamanlı yapılan dünya genelinde bir etkinliğe katılmak ve bu etkinliği Ortaköy Sahil'de yapmak... Bunlar benim zevk almam için yeterlidir millet. Siz ne derseniz deyin.

24 Ekim 2011 Pazartesi

Bir Kitaptan / V

Kimseyi değiştiremezsin hayatta.
Ve kimse için de değişmemelisin.
Kimliğini kaybettiğin an, yaşamını çöpe attın demektir.
İstemediğin sürece, hiçbir şey için ödün vermeyeceksin.
...Çünkü gün gelir, verecek hiçbir şeyin kalmaz.
Her şeyi sen istediğin için yapacaksın, başkası senden istediği için değil.
Ve sen, sen olarak kaldığın sürece senin yanında olanlar da mutlu olacaktır.
Bırak hayatına eşlik etmek isteyenler gelsin seninle.

Yolun bitimine kadar gelmeleri şart değil.
Herkesin gidebileceği bir yol vardır.
Sen yeter ki, yanında yer almayı bil.
Ne sen kimse için mecburi istikametsin, ne de bir başkası senin için...
Seninle gelmek isteyenleri yanına al.
Belki beraber daha çok şey katabilirsiniz bu hayata.
Yanındaki seni mutlu ettiği sürece kalsın hayatında, zorlama kendini.
Hayat rahat ve anlayışlı insanlarla
Ve hayat hak ettiği gibi yaşandığında güzel...

Ve unutma; aynı dili konuşanlar değil aynı duyguyu paylaşanlar anlaşabilir...




21 Ekim 2011 Cuma

Steve Jobs...

Hepimizin bildiği gibi yakın zaman öncesinde bir endüstri ikonu hayata gözlerini yumdu. Onun için söylenecek çok şey var, ben ölümünden birkaç gün önce hayatıyla ilgili bir kitap okumaya başlamıştım. Kitabın adı " Steve Jobs-Apple " yazarları ise Jeffrey S.Young ve William L.Simon.

Kısa bir süre önce de " Ve Steve Jobs Apple'ı Yarattı " adında bir kitap basılmış sanırım. Bu kitabın yazarı da Michael Moritz. " Ve Steve Jobs Apple'ı Yarattı " adlı kitabın arka kapağında belki de Jobs için söylenebilecek en güzel sözün yazılı olduğunu gördüm. Ve bunu sizlerle paylaşmak istedim:

" Masalların 'Gökten düşmüş üç elma.."'ı gibi insanoğlunun kaderini etkilemiş 'üç elma' nedir diye sorulsa, herhalde Âdem ile Havva'nın 'yasak meyva'sından ve Sir Isaac Newton'ın başına düşen elmanın ardından, Steve Jobs'un yarattığı Apple'ı saymak gerekir. "

ABD Başkanı'nın dediği gibi " Dünyayı değiştirebileceğine inanacak kadar cesur " bir adamı kaybettik. Hepimizin başı sağ olsun. Şimdi de sizlerle Steve Jobs-Apple kitabından gözüme ilişenleri paylaşmak istiyorum.



 " Steve Jobs, 24 Şubat 1955 tarihinde San Francisco, California'da dünyaya geldi. "

" Bir yarış kaybettiğinde gidip tek başına ağlardı. Başkalarıyla uyum sağlayamazdı, normal bir çocuk değildi. " ( İlkokuldaki yüzme takımından bir arkadaşı )

" Bizi üçüncü sınıftayken görmeliydiniz. Öğretmeni neredeyse yok ediyorduk. " ( Steve Jobs, bu olaylar yaşandıktan kısa bir süre Jobs okuldan atıldı. )

" Öğretmenleri 5.sınıfı atlayıp doğrudan orta okula gitmesini istiyorlardı, anne babası bunu isteksizce kabul etti. "
" Steve 11 yaşındayken bile ailesini yeniden yerleşmeye zorlayabilmişti. Önüne dikilen engelleri kaldırmakta sergilediği kararlılık, çoktan kendini belli etmeye başlamıştı. "

" Jobs bir hedef belirlediğinde ona ulaşmasını hiçbir şey engelleyemezdi. "

"... ilk kutular için ceplerinden harcadıkları maliyet ( Steve Wozniak ile birlikte ) birim başına 40 doları buldu. Birim başına 150 dolara satıyorlardı ama bir sorun çıktığında ücretsiz onarım teklif ediyorlardı... "

" ... geçmiş başarılarını utandırmayan bir şekilde, Wozniak inanılmayacak kadar az sayıda çip kullanarak işi tamamlamayı başardı. Alcorn çok etkilendi ve Steve'e teklif ettiği 1000 doları ödedi. Ama Steve, Woz'a gittiğinde Atari'nin sadece 600 dolar ödediğini söyledi. ve Woz'a paranın ' yarısını ' verdi. Sonunda bütün işi yapan Woz sadece 300 dolar kazanırken, Steve 700 doları cebine indirdi. "

" Jobs'un pop şarkılarına olan hayranlığından bir fikir doğmuştu ve bütün bu süre boyunca öze dönüşçü arkadaşlarıyla birlikte Oregon'daki elma bahçesinde kalmıştı. Ayrıca ' Apple ' telefon rehberinde ' Atari ' den önce geliyordu. Sonunda ortaklık belgelerini yayınlanmak üzere yerel bir gazeteye vermek için kendilerinin belirlediği bir son tarihe uygun olarak, nazik, tehdit oluşturmaktan uzak, pek de ciddi denemeyecek Apple Computer ismini seçtiler. ( Zaman içinde Apple isim konusunda Beatles ile uzun bir savaşa girecek, iPod ortaya çıktığında ve Apple müzik sektörüne hakim olmaya yöneldiğinde bu savaş daha da kötüleşecekti. ) "

" Büyük vizyonları 25 dolardan bilgisayar devreleri üretmek ve bu devreleri 50 dolara pazarlamaktı. "

"... Sürdürdüğü beslenme düzenine çok bağlı olan Jobs, yediği meyveler yüzünden yıkanması gerekmediğine inanıyordu. Ama sorun şuydu ki, ofiste hiç kimse onunla yan yana çalışmaya tahammül edemiyordu. "

" 23 yaşımdayken 1 milyon dolarlık servetim vardı. 24 yaşımda bu servet 10 milyon doları geçti. 25 yaşımda, 100 milyon doların üzerindeydi. " ( Steve Jobs )

" Eğer Steve Jobs'ın dünyasının bir parçasıysanız, her şeyde Steve'e sadık olmanız gerekir. Bazı durumlarda, bu hayatınızı Jobs Sibiryası'nda geçirmek anlamına gelebilir. "

" Dünya her zaman adil olsaydı, Macintosh'u yaratan deha Jef Raskin olarak hatırlanırdı. Dünya her zaman adil değildir ve tarih kahraman olması gerekenleri her zaman hatırlamaz. Bu örnekte, Raskin'in hayal ettiği bilgisayar, ortaya çıkan Macintosh'dan çok farklıydı. Dünya'nın bildiği haliyle Mac'in gerçek babası, aslında üvey babası olan Steve Jobs idi. Jobs'ın 26 doğum gününe birkaç gün vardı ve bir savaşı daha kazanmıştı. "

" Elbette sinir bozucu kişiliğini kabul edilebilir kılan şey, sık sık haklı çıkmasıydı. "

" Mac'in muazzam satışlar yakalayacağını düşünüyoruz ama aslında onu başkası için yapmadık; sadece kendimiz için yaptık. Onun iyi bir makine olup olmadığına karar verecek olanlar bizlerdik. Dışarı çıkıp pazar araştırması yapmayacaktık. Graham Bell telefonu icat ettiğinde pazar araştırması yaptı mı ? Elbette hayır. " ( Steve Jobs )

" Haftada 80 saatten az çalışan birinin tembel olduğunu düşünüyordu. "

" Antik Yunanlıların Steve'in davranışı için kullandığı bir kelime vardı. Hubris. İnsanların tanrılara meydan okuyabileceklerine inandıkları zaman sergiledikleri küstah gurur. Ama tanrıların tepkisi her seferinde aynıydı: Gökyüzünden gönderdikleri bir yıldırımla o küstah insanı yok etmek. "

" Steve pazar araştırmasını her sabah aynaya bakarak yapıyordu. " ( Mike Murray )

" Bin mil ötedeki ufuk çizgisini görebiliyordu. Ama oraya ulaşması için aşılması gereken millerin detaylarını göremiyordu. Bu hem onun dehası hem de zayıflığıydı. " ( Jay Elliot )

" Sculley ( CEO ), ertesi sabah erken saatte ofisinde Jobs ile görüştü ve ona Markkula'dan duyduklarını anlattı. Steve'in yine bir şeyler çevirdiğini biliyordu; hem de bir kaç gün önce kendisine söz vermiş olmasına rağmen. Sculley, Steve'e gitmesi gerektiğini açıkladı. Sonrasında, Sculley yönetim kurulu üyelerini tek tek ofisine çağırdı ve onlara Steve'in gitmesini sağlamak için destek verip vermeyeceklerini sordu. Her biri destek vereceğini söyledi. Sculley o akşam saat 7'de Steve'i evinden aradı ve her şeyin bittiğini söyledi. Yeniden yapılanma planına devam edilecekti ve kuruldaki hiç kimse Steve'in Apple'da herhangi bir yönetim rolüne gelmesini istemiyordu. Steve eğer istiyorsa ürün tasarımcısı olarak kalabilirdi, ama artık hiçbir bölümün başına geçemezdi. Steve haberi vermek için gözyaşları içinde Bill Campbell ve Mike Murray'ı aradı. 29 Mayıs 1985 Salı akşamıydı. Steve, Mike'a " Hepsi bitti. John ve kurul beni Apple'dan attılar. " Eski pazarlama sorumlusu bir şey diyemeden Steve telefonu kapattı. "

" Sanırım en iyi yaptığım şey, yeni, ilerici ürünler yaratmak. Yapmaktan hoşlandığım şey de bu. Yetenekli insanlardan oluşan küçük bir grupla çalışmaktan zevk alıyorum ve en iyi böyle çalışıyorum. Apple II'de yaptığım şey buydu, Macintosh'da yaptığım şey buydu... Ama bunun ötesinde gerçekten önemsediğim şey, Apple Eğitim Vakfı'nın kuruluşuna yardım etmem olmuştu... Şu ikisini bir araya getirdim; yetenekli insanlardan oluşan küçük bir ekiple çalışarak eğitimde devrim yaratacak ürünler geliştirmeyi. "

" Zaman içinde dava yasal ağız kavgasına dönüştü ve 1985 mali yılının son çeyreğinde şirket kazanç gösterdiğinde konu sessizce kapandı. Ama Apple önemli bir avantaj yakalamıştı. NeXT'in gelecekteki ürünleri pazara sunmadan önce Apple'a göstermesi gerekecekti. Böylelikle Apple hiçbir teknolojisinin çalınmadığına emin olabilecekti. Ama ilişki bitmişti. Steve ayrılışının ertesinde hisselerinin çoğunu sattı ve 1986 yılının başlarında yatırımını tamamen çekti; sadece, yıllık raporlarını alabilmek için tek bir hisseyi bıraktı. O kadar muharebe kazandıktan sonra, Steve Jobs bir muharebeyi kaybetmişti. Üstelik kaybettiği sadece muharebe değil; bu kez savaşı kaybetmişti. "

" Steve'in Bill Gates'i ortadan kaldırma şansı vardı ama bu şansı kullanamamıştı. Daha en başından anlaşmakta daha yumuşak davransaydı, pazarlıklar hızlanacaktı ve Bill Lowe ayrılmadan sözleşme imzalanacaktı. Lowe, IBM'in PC makinelerini Windows yerine NeXTSTEP ile sattığını görecekti. Steve'in yazılımını öğrenmek ve kullanmak çok daha kolaydı. Diğer PC üreticileri çabucak sıraya gireceklerdi.  Arkasına yaslanan ve neredeyse hiç çaba harcamadan, satılan her PC için lisans üreticilerini toplayan kişi Bill Gates değil Steve olabilirdi. "

" Kozların hepsi kendi elindeymiş gibi pazarlık yapmak, Steve'in tarzıydı. Şartlar kendi aleyhinde olsa bile, Steve daima böyle pazarlık ederdi. "

" 18 Mart 1991'de Steve Jobs bekarlığa veda etti. "

" Bir daha hiç kimse Jobs ile birlikte çalışmanın zaman zaman kabus olmadığını düşünmeyecekti. Her an kendilerine saldırabileceğini bilmelerine rağmen insanları kendisine çeken o sihirli, inanılmaz karizması ise, yanında çalışanlar üzerinde çok az yönetecinin aşık atabileceği türden bir sadakat duygusu yaratıyordu. "

" Steve tek başına sahnedeydi ve Silikon Vadesi onu karşılamaya gelmişti. " ( Julie Pitta, Forbes )

" Steve daima kararlılığı ve cüretkarlığıyla yaşamıştı. Daha temkinli insanların denemeyi akıllarından bile geçirmeyecekleri şeylere kalkıştığı için suratına sık sık şamar yiyorsa bile, onun hala devam etmesini sağlayan şey, bu kararlılığı ve cüretkarlığı idi; oysa daha temkinli olanlar çoktan havlu atmış ve sahneden çekilmişlerdi bile. "

" Steve hoşlanmadığı bir sürü şeyi çabucak gördü. Kendisinden önceki CEO'lar, dizginleri nasıl ele alacaklarını bilememişlerdi. Ama Steve Jobs bir şeyi yapmaya karar verdiğinde, ya yolundan çekilirsiniz ya da akıllılık edip ona katılırsınız. "

" Elbette ki gerçekte kimse dev bir şirketin gidişatını altı ayda 180 derece döndüremez. Bu toparlanma büyük ölçüde Gil Amelio'nun başarısıydı ama ne bu seyirciden ne de basından hiçbir övgü almadı. Neredeyse unutulmuştu. Şirketi kurtarmak konusunda sergilediği başarı derinlere gömülecek, üstü örtülecek ve bir kenara atılacaktı. Steve bir kez daha başka birinin başarısı üzerinde yükseliyordu. Bugünlerde Steve, Gil'i arkadan vurması konusunda hiç utanç duymuyor ama sonuçta Steve asla en yakın arkadaşlarına bile sıcaklık göstermesiyle tanınmadı. "

" Steve kararını verdiğinde, ortamdakilere susmak düşerdi; çünkü tartışmak tehlikeli değilse bile nafile olurdu. "

" Steve Jobs şöyle diyordu: ' Sanırım Pixar'ın bir sonraki Disney olma şansı var. ' Basın çok geçmeden 2,5 milyar dolar kazanan Pixar'ın, tüm zamanların en başarılı Hollywood stüdyosu olduğunu açıklayacaktı. Steve Jobs, dünyanın en önemli iki sektörüne damgasını vurmuştu. Üstelik henüz işi bitmemişti. "

" iTunes ile Apple devrime katılmıştı. Bu, Steve'in İnternet hizmetlerini Apple ürünlerine katma programının diğer bir adımıydı. Ama dünya, Steve Jobs'ın sadece devrime katılmakla kalmadığını yakında öğrenecekti; Jobs, o devrimi yeniden biçimlendirmek üzereydi. "

" Biri nihayet şu işi doğru yaptı. " ( Dr. Dre-iPod'un tanıtımından sonra )

" Kaç şirket kendisi için yepyeni bir alana girip de, diğerlerininkinden çok daha iyi görünen ve çok daha iyi çalışan bir ürün yaratmayı başarabilir; üstelik de bunu bir yıl içinde gerçekleştirebilir? Bunun gerçekleşmesinin tek nedeni Steve Jobs'ın geleneksel köleci, görev ustası ve lider olarak kamçısını şaklatmasıydı. Tuhaf, sıra dışı, kavranamaz karizması insanları büyüsü altına alıyordu ve bu çekiciliğine işlenmiş günlük öfke patlamaları yüzünden çalışanlar siniyor ve onu gördüklerinde masanın altına saklanmak istiyorlardı. "

" 23 Ekim 2001 Perşembe günü, Apple tarihindeki en başarılı ürünü tanıtıyordu. Aslında, Apple'ı bilgisayar şirketi olmaktan çıkarıp başka bir şeye - ne olduğunu zaman gösterecek - dönüştürecek kadar başarılıydı. "

" iPod kullandığınızda, müzik dinlemek bir daha asla aynı olmayacak, diyordu. Bu ifade, Steve Jobs'ın bile tahmin edebileceğinden daha haklı çıkacaktı. "

" En büyük beş müzik firmasıyla pazarlıklara giren bir yönetici olaylara içeriden bakıyordu. Onun dediğine göre müzik şirketleri, İnternet'ten indirme fikrine soğuk bakıyor, ayak sürüyor ve en ince detaylara kadar anlaşmadan önce harekete geçmek istemiyorlardı. Ve o sırada Steve Jobs ortaya çıktı. Aniden, ' sektör ayaklarına kapandı; istediği her şeyi yapmaya hazırlandı. Kalkmak üzere olan bir tren vardı ve herkes şirketini o trene bindirmeye kesinlikle kararlıydı. İlk kez, ( İnternet'ten şarkı indirme anlaşmalarıyla ilgili ) avantaj karşı taraftaydı. "

" Steve konuşmaya başladıktan sonra Apple'a müzik lisansı verme kararı için 15 saniyeden fazla düşündüğümü sanmıyorum. " ( Andrew Lack-Sony Music Entertainment CEO'su )

" Müzik sektöründe ise, Steve Jobs nihayet hayatının dönemini yaşıyordu. Gerçekten sıradışı bir başarı kazanmış, Birleşik Devletler'de en inatçı, en ' benim dediğim olur ' diyen sektörlerden birini yenmiş ve kendi isteğine göre yeniden biçimlendirmeye başlamıştı. İnternet'ten şarkı indirmeler yüzünden sektörün gelirlerinin ciddi şekilde düştüğü, iş gücünün küçüldüğü ve önü alınmaz bir yokuşa doğru sürüklenildiği bir dönemde gelmişti. Bugünün müziğini bile dinlemeyen dışarıdan biri olarak, Steve neredeyse düşünülmeyecek bir şeyi başarmıştı: İkinci bir sektördeki görüntüyü değiştirmişti! Üstelik daha işi de bitmemişti. Tam aksine... "

" Steve, kendisini düşünmeye ve harekete geçmeye teşvik eden teknolojileri tercih eder ve hayatını, dünyaya bunu başaran bilgisayarlar sunmaya çalışarak geçirmiştir. "

" Steve yaratıcı girişimlerin yaratıcısıydı. "

" Bu adam, artık dünyanın kendisinin ilgilendiği şeyle başlayıp bittiğine inanmıyordu. Bu, gençliğin özelliklerini - iyi ve kötü - zamanla, bilgelikle, deneyimle yumuşamış halde taşıyan adamdı. İlk aşkı olan Apple'ı kurtarmış ve onu yine güzelleştirmişti. Hayatı mizahla kutlayan, hikayeleri ölümsüzleştiren animasyon filmlerle aileleri, ebeveynleri ve çocukları yakalamıştı. Müzik sektörünü canlandırmış, ona yaşam nefesi üflemiş ve yeni bir dijital geleceğe doğru itmişti. "

20 Ekim 2011 Perşembe

Boş Yere...

Yaklaşık 2-3 hafta önce yakın bir dostumun yeni taşındığı evi görmeye 3 arkadaş gittik. İçimizden birisi tam bir gitar virtüozü olduğunu gösterdi. Titreyen elleri ve biranın etkisiyle gidip gelen kafasına rağmen bize tam bir resital sundu. Diğer iki arkadaşım da almış oldukları ses eğitimlerinin haklarını verecek derecede ustaca yorumları ve güzel sesleriyle tam anlamıyla bana bir konser sundular :D tabi bende ne güzel bi ses, ne yorum kabiliyeti, ne kulak ( 2 sene önce tiyatro topluluğundaki yönetmenim bana bir şarkı söyletmeye çalıştıktan sonra istediği performansı alamayınca " bunun kulağına sıçılmaz bile " demişti ) ne de herhangi bir müzik aleti çalabilme yeteneği olmadığından dinleme becerimi göstermekle yetindim.

Sıla'yı sevip, sık sık dinlememe rağmen Vur Kadehi Ustam adlı şarkısını daha önce duymamıştım. Ve arkadaşlarım o gün bu şarkıyı söyledikten sonra benim en sık dinlediğim parçalardan biri oldu.


İki satırlık adamları musallat ettik ömrümüze
Bundandır böyle dibe vuruşumuz...


Geçenlerde bir arkadaşım twitter'da Sıla şarkılarıyla ilgili bir tweet atmıştı. Tavsiye ettiğim şarkı Kenar Süsü olmuştu. O da bana Boş Yere'yi dinlediğini söylemişti. O an ilk defa ismini duydum bu şarkının. Ve şu günlerde her gün dinlediğim yegane şarkılardan biri.



ben sana nerden tutuldum
yokluğunda hem nasıl duruldum
(göz göre göre nasıl duruldum)
sağ elimi solumla avuttum
boş yere, boş yere
hep boş yere...


Tabi en çok sevdiğim şarkıcılardan olan Şebnem Ferah'ın her zaman her halime uygun düşen bir şarkısını bulmuşumdur. Benim Adım Orman albümü çıktığı günlerden beri en sık dinlediğim şarkısı Ateşe Yakın son zamanlarda tekrar gözdem haline geldi.



Göçtüğün gün ben
Tesadüfen düşümde gördüm veda ederken

Çok özledim her kahraman gibi erken gittin

Gördüğüm en son ışık parıltı sendin
Hep parladın
Dinlendiğin o sarmaşık sonra soldu
Hep uçtun ateşe yakın...


                                                  Goodbye My Lover...



And I love you, I swear that's true.
I cannot live without you.

Goodbye my lover.
Goodbye my friend.
You have been the one.
You have been the one for me...
                                                       
                                                        Linger...



But I'm in so deep
You know I'm such a fool for you
You got me wrapped around your finger
Do you have to let it linger
Do you have to, do you have to
do you have to let it linger ...












19 Ekim 2011 Çarşamba

Zafere Dair...

Korkunç ellerinle bastırıp yaranı
dudaklarını kanatarak
dayanılmakta ağrıya.
Şimdi çıplak ve merhametsiz
bir çığlık oldu ümid...
Ve zafer
artık hiçbir şeyi affetmeyecek kadar
tırnakla sökülüp koparılacaktır...

Günler ağır.
Günler ölüm haberleriyle geliyor.
Düşman haşin
zalim
ve kurnaz.
Ölüyor çarpışarak insanlarımız
- halbuki nasıl hakketmişlerdi yaşamayı -
ölüyor insanlarımız
- ne kadar çok -
sanki şarkılar ve bayraklarla
bir bayram günü nümayişe çıktılar
öyle genç
ve fütursuz...

Günler ağır.
Günler ölüm haberleriyle geliyor.
En güzel dünyaları
yaktık ellerimizle
ve gözümüzde kaybettik ağlamayı:
bizi bir parça hazin ve dimdik bırakıp
gözyaşlarımız gittiler
ve bundan dolayı
biz unuttuk bağışlamayı...

Varılacak yere
kan içinde varılacaktır.
Ve zafer
artık hiçbir şeyi affetmeyecek kadar
tırnakla sökülüp
koparılacaktır...



Nazım Hikmet

Terörü Lanetliyoruz!


Bu sabah okula gittikten sonra daha ilk derse bile girmeden önce şehit haberlerini aldım, pek çok insan gibi. Ve o andan sonra ne bir derse odaklanabildim, ne yüzüm gülebildi ne de herhangi bir arkadaşımla sıradan bir muhabbet yapabildim. Hepimizin başı sağ olsun. Tüm şehitlerimizin mekanı cennet olsun. 

Terörü lanetle kınıyoruz. Bu canlılara yapılan 3-5 günlük operasyonlar kısa süreli sonuç verecektir. Yada hiç vermeyecektir. PKK'nın kökünü kurutana kadar kalın Kuzey Irak'ta. Başbakanlık, liderlik öyle " one minutes " lüğüne olmaz. 

Bu memleketi bu şekilde temizledik sizin gibi itlerden. Bir daha temizleyeceğiz. Şunu yazın beyninize. Bu memleket bizim. Ne kimseye veririz, ne kimseyle paylaşırız.  

 Kuva-I Milliye Destanı 8. Bap

26 Ağustos Gecesinde Saatlar 
İki Otuzdan Beş Otuza Kadar
Ve 
İzmir Rıhtımından Akdeniz'e 
Bakan Nefer 


Saat 2.30. 
Kocatepe yanık ve ihtiyar bir bayırdır, 
ne ağaç, ne kuş sesi, 
                  ne toprak kokusu vardır. 
Gündüz güneşin, 
                     gece yıldızların altında kayalardır. 
Ve şimdi gece olduğu için 
ve dünya karanlıkta daha bizim, 
                        daha yakın, 
                                daha küçük kaldığı için 
ve bu vakitlerde topraktan ve yürekten 
                 evimize, aşkımıza ve kendimize dair 
                                       sesler geldiği için 
kayalıklarda şayak kalpaklı nöbetçi 
okşayarak gülümseyen bıyığını 
                seyrediyordu Kocatepe'den 
                        dünyanın en yıldızlı karanlığını. 
Düşman üç saatlik yerdedir 
ve Hıdırlık-tepesi olmasa 
        Afyonkarahisar şehrinin ışıkları gözükecek. 
Küzeydoğuda Güzelim-dağları 
ve dağlarda tek 
                        tek 
                            ateşler yanıyor. 
Ovada Akarçay bir pırıltı halinde 
ve şayak kalpaklı nöbetçinin hayalinde 
                   şimdi yalnız suların yaptığı bir yolculuk var : 
Akarçay belki bir akar su, 
                        belki bir ırmak, 
                               belki küçücük bir nehirdir. 
Akarçay Dereboğazı'nda değirmenleri çevirip 
                            ve kılçıksız yılan balıklarıyla 
                                    Yedişehitler kayasının gölgesine girip 
                                                                                   çıkar. 
Ve kocaman çiçekleri eflâtun 
                                       kırmızı 
                                               beyaz 
ve sapları bir, bir buçuk adam boyundaki 
                              haşhaşların arasından akar. 
Ve Afyon önünde 
                       Altıgözler Köprüsü'nün altından 
                                         gündoğuya dönerek 
ve Konya tren hattına rastlayıp yolda 
Büyükçobanlar Köyü'nü solda 
                     ve Kızılkilise'yi sağda bırakıp 
                                                   gider. 

Düşündü birdenbire kayalardaki adam 
kaynakları ve yolları düşman elinde kalan bütün nehirleri. 
Kim bilir onlar ne kadar büyük, 
                      ne kadar uzundular? 
Birçoğunun adını bilmiyordu, 
yalnız, Yunan'dan önce ve Seferberlik'ten evvel 
Selimşahlar Çiftliği'nde ırgatlık ederken Manisa'da 
                  geçerdi Gediz'in sularını başı dönerek. 

Dağlarda tek 
                    tek 
                         ateşler yanıyordu. 
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki 
şayak kalpaklı adam 
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden 
        güzel, rahat günlere inanıyordu 
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında, 
birdenbire beş adım sağında onu gördü. 
Paşalar onun arkasındaydılar. 
O, saatı sordu. 
Paşalar : «Üç,» dediler. 
Sarışın bir kurda benziyordu. 
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı. 
Yürüdü uçurumun başına kadar, 
eğildi, durdu. 
Bıraksalar 
ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak 
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak 
Kocatepe'den Afyon Ovası'na atlıyacaktı. 

Saat 3.30. 

Halimur - Ayvalı hattı üzerinde 
                                 manga mevziindedir. 

İzmirli Ali Onbaşı 
(kendisi tornacıdır) 
karanlıkta gözyordamıyla 
         sanki onları bir daha görmiyecekmiş gibi 
              baktı manga efradına birer birer : 
Sağda birinci nefer 
                         sarışındı. 
İkinci esmer. 
Üçüncü kekemeydi 
fakat bölükte 
             yoktu onun üstüne şarkı söyliyen. 
Dördüncünün yine mutlak bulamaç istiyordu canı. 
Beşinci, vuracaktı amcasını vuranı 
                           tezkere alıp Urfa'ya girdiği akşam. 
Altıncı, 
inanılmıyacak kadar büyük ayaklı bir adam, 
memlekette toprağını ve tek öküzünü 
ihtıyar bir muhacir karısına bıraktığı için 
kardeşleri onu mahkemeye verdiler 
ve bölükte arkadaşlarının yerine nöbete kalktığı için 
                                       ona «Deli Erzurumlu» derdiler. 
Yedinci, Mehmet oğlu Osman'dı. 
Çanakkale'de, İnönü'nde, Sakarya'da yaralandı 
ve gözünü kırpmadan 
                        daha bir hayli yara alabilir, 
yine de dimdik ayakta kalabilir. 
Sekizinci, 
              İbrahim, 
                           korkmıyacaktı bu kadar 
bembeyaz dişleri böyle tıkırdayıp 
                                 birbirine böyle vurmasalar. 
Ve İzmirli Ali Onbaşı biliyordu ki : 
tavşan korktuğu için kaçmaz 
                       kaçtığı için korkar. 

Saat 4. 

Ağzıkara - Söğütlüdere mıntıkası. 
On ikinci Piyade Fırkası. 
Gözler karanlıkta, uzakta. 
Eller yakında, makanizmalar üzerinde. 
Herkes yerli yerinde. 
Tabur imamı 
mevzideki biricik silâhsız adam : 
                                   ölülerin adamı, 
kırık bir söğüt dalı dikerek kıbleye doğru, 
durdu boyun büküp 
                            el kavuşturup 
                                                sabah namazına. 
İçi rahattır. 
Cennet, ebedî bir istirahattır. 
Ve yenilseler de, yenseler de âdâyı, 
meydânı gazadan o kendi elleriyle verecektir 
                        Cenâbı rabbülâlemîne şühedâyı. 

Saat 4.45. 

Sandıklı civarı. 
Köyler. 
Sarkık, siyah bıyıklı süvari, 
çınar dibinde, beygirinin yanında duruyordu. 
Çukurova beygiri 
                      kuyruğunu karanlığa vuruyordu : 
                                      dizkapaklarında kan, 
                                      kantarmasında köpük... 
İkinci Süvari Fırkası'ndan Dördüncü Bölük, 
atları, kılıçları ve insanlarıyla havayı kokluyor. 
Geride, köylerde bir horoz öttü. 
Ve sarkık, siyah bıyıklı süvari 
                     ellerinin tersiyle yüzünü örttü. 
Karşı dağlar ardında, düşman elinde kalan 
                           bir başka horoz vardır : 
baltaibik, sütbeyaz bir Denizli horozu. 
Düşmanlar herhal onu çoktan kesip 
                                   çorbasını yapmışlardır... 

Saat beşe on var. 

Kırk dakka sonra şafak 
                                 sökecek. 
«Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak». 
Tınaztepe'ye karşı Kömürtepe güneyinde, 
On beşinci Piyade Fırkası'ndan iki ihtiyat zabiti 
ve onların genci, uzunu, 
Darülmuallimin mezunu 
                                  Nurettin Eşfak, 
mavzer tabancasının emniyetiyle oynıyarak 
                                                    konuşuyor : 
        -Bizim İstiklâl Marşı'nda aksıyan bir taraf var, 
        bilmem ki, nasıl anlatsam, 
        Âkif, inanmış adam, 
        fakat onun, ben, 
                 inandıklarının hepsine inanmıyorum. 
        Meselâ, bakın : 
        «Gelecektir sana vaadettiği günler Hakkın.» 
        Hayır, 
        gelecek günler için 
                            gökten âyet inmedi bize. 
        Onu biz, kendimiz 
                           vaadettik kendimize. 
        Bir şarkı istiyorum 
                             zaferden sonrasına dair. 
        «Kim bilir belki yarın...» 

Saat beşe beş var. 

Dağlar aydınlanıyor. 
Bir yerlerde bir şeyler yanıyor. 
Gün ağardı ağaracak. 
Kokusu tütmeğe başladı : 
                      Anadolu toprağı uyanıyor. 
Ve bu anda, kalbi bir şahan gibi göklere salıp 
ve pırıltılar görüp 
ve çok uzak 
çok uzak bir yerlere çağıran sesler duyarak 
bir müthiş ve mukaddes mâcereda, 
ön safta, en ön sırada, 
şahlanıp ölesi geliyordu insanın. 

Topçu evvel mülâzımı Hasan'ın 
                               yaşı yirmi birdi. 
Kumral başını gökyüzüne çevirdi, 
                                    kalktı ayağa. 
Baktı, yıldızları ağaran muazzam karanlığa. 
Şimdi bir hamlede o kadar büyük, 
                 öyle şöhretli işler yapmak istiyordu ki 
bütün ömrünü ve hâtırasını 
               ve yedi buçukluk bataryasını 
                        ağlanacak kadar küçük buluyordu. 

Yüzbaşı sordu : 
- Saat kaç? 
- Beş. 
- Yarım saat sonra demek... 

98956 tüfek 
ve şoför Ahmet'in üç numrolu kamyonetinden 
yedi buçukluk şnayderlere, on beşlik obüslere kadar, 
bütün âletleriyle 
ve vatan uğrunda, 
yani, toprak ve hürriyet için ölebilmek kabiliyetleriyle 
Birinci ve İkinci ordular 
                        baskına hazırdılar. 

Alaca karanlıkta, bir çınar dibinde, 
                            beygirinin yanında duran 
                            sarkık, siyah bıyıklı süvari 
                         kısa çizmeleriyle atladı atına. 
Nurettin Eşfak 
                baktı saatına : 
- Beş otuz... 
Ve başladı topçu ateşiyle 
                 ve fecirle birlikte büyük taarruz... 

Sonra. 
Sonra, düşmanın müstahkem cepheleri düştü. 
Bunlar : 
           Karahisar güneyinde 50 
                              ve doğusunda 20-30 kilometredeydiler. 

Sonra. 
Sonra, düşman ordusu kuvâyi külliyesini ihâta ettik 
                                          Aslıhanlar civarında 
                                              30 Ağustosa kadar. 

Sonra. 
Sonra, 30 Ağustosta düşman kuvâyı külliyesi imha ve esir olundu. 
Esirler arasında General Trikopis : 
Alaturka sopa yemiş bir temiz 
ve sırmaları kopuk frenk uşağı... 

Yaralı bir düşman ölüsüne takıldı Nurettin Eşfak'ın ayağı. 
Nurettin dedi ki : «Teselyalı Çoban Mihail,» 
Nurettin dedi ki : «Seni biz değil, 
                            buraya gönderenler öldürdü seni...» 

Sonra. 
Sonra, 31 Ağustos günü 
                    ordularımız İzmir'e doğru yürürken 
serseri bir kurşunla vurulan 
                          Deli Erzurumluydu. 
Devrildi. 
Kürek kemikleri altında toprağı duydu. 
Baktı yukarı, 
baktı karşıya. 
Gözler hayretle yandılar : 
önünde, sırtüstü, yan yana yatan postalları 
                            her seferkinden kocamandılar. 
Ve bu postallar daha bir hayli zaman 
üzerlerinden atlayıp geçen arkadaşların arkasından 
seyredip güneşli gökyüzünü 
ihtiyar bir muhacir karısını düşündüler. 
Sonra... 
Sonra, sarsılıp ayrıldılar birbirlerinden 
ve Deli Erzurumlu ölürken kederinden 
                       yüzlerini toprağa döndüler... 

Solda, ilerdeydi Ali Onbaşı. 
Kan içindeydi yüzü gözü. 
Bir süvari takımı geçti yanından dörtnala. 
Kaçanı kovalamıyordu yalnız 
                      ulaşmak da istiyordu bir yerlere 
ve sadece kahretmiyor 
                      yaratıyordu da. 
Ve kılıçların, 
                  nalların, 
                             ellerin 
                                      ve gözlerin pırıltısı 
                ardarda çakan aydınlık bir bütündü. 
Ali Onbaşı bir şimşek hızıyla düşündü 
ve şu türküyü duydu : 
        «Dörtnala gelip Uzak Asya'dan 
          Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan 
                                      bu memleket bizim. 

      Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak 
      ve ipek bir halıya benziyen toprak, 
                             bu cehennem, bu cennet bizim. 

      Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın, 
      yok edin insanın insana kulluğunu, 
                                 bu dâvet bizim... 

     Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür 
      ve bir orman gibi kardeşçesine, 
        bu hasret bizim...» 

Sonra. 
Sonra, 9 Eylülde İzmir'e girdik 
ve Kayserili bir nefer 
yanan şehrin kızıltısı içinden gelip 
öfkeden, sevinçten, ümitten ağlıya ağlıya, 
Güneyden Kuzeye, 
Doğudan Batıya, 
Türk halkıyla beraber 
seyretti İzmir rıhtımından Akdeniz'i. 

Ve biz de burda bitirdik destanımızı. 
Biliyoruz ki lâyığınca olmadı bu kitap, 
Türk halkı bağışlasın bizi, 
onlar ki toprakta karınca, 
                        suda balık, 
                                  havada kuş kadar 
                                               çokturlar; 
korkak, 
           cesur, 
                    câhil, 
                            hakîm 
                                    ve çocukturlar 
ve kahreden 
               yaratan ki onlardır, 
kitabımızda yalnız onların mâcereları vardır...


16 Ekim 2011 Pazar

Absürd Bir Rüya Gördüm!

Ben nadiren rüya görürüm ama gördüklerimin hiçbirine de bir anlam veremem. Alın dün sabaha karşı gördüğüm rüyaya bakın.



Nerede olduğumu hatırlamıyorum ama kuleleri görüyordum. Yani muhtemelen Levent-4.Levent civarlarında bi yerdeydim herhalde. Bi arsa vardı, üzerinde inşaat falan. Ama sanki ben bi basın toplantısı tarzında bir şeyden çıkıp inşaat yanından geçiyordum ki birden içinde bulunduğum alana silahlı saldırı oldu! Taramalı tüfeklerle taradılar resmen herkesi. Ben nereye saklandım? İnşaat içindeki demir direklerden birine. Demir mi değil mi bilmiyorum zaten anlamam inşaat işinden ama arkasına saklandığım direğe çok mermi geldi ama bana geçmedi demir olabilir herhalde dedim bende. Neyse uzun süre yoğun ve çapraz ateşe ( çapraz olmayabilir ) maruz kaldıktan sonra bi ara ateş kesildi. Bende hemen kaçmaya inşaattan çıkıp uzaklaşmaya koyuldum. Aman meğersem saldıranlar küçük bir çocuğun peşindelermiş. Dallamanın biri elindeki tüfeği peşinde olduğu çocuğu görünce indirdi yani o çocuğu kurtarmaya mı çalışıyormuş neymiş. Sonra tüfeği o çocuğa verdi ve inşaat içine daldı. Bende izliyorum bunları. Dallama beni gördüğü halde bişey yapmadı. Ulan dedim madem çocuk için geldin buldun işte al git. Yok çocuğa tüfek verip içeri niye giriyorsun dimi? Neyse bende çocuğun elinden aldım tüfeği. Evet tüfeği aldım. Merak etmeyin kimseyi vurmadım. Tüfeği kırmaya çalıştım. ( salak ben ) Ama beceremedim. ( beceriksiz ben ) Beceremeyince ne yaptım biliyor musunuz? Açılan her parçasını açıp öylece çukura attım. ( I think i'm an idiot ) Sonra hızla uzaklaşacam ama bir şey oldu. Bir şeyi gördüm. Ama ne gördüm kimi gördüm bilmiyorum. Hiç beklemediğim bir manzara olmuş olmalı ki arkamda taramalı tüfeklerin tarama mesaisi devam ederken ve ben taramacı arkadaşların önem verdiği bi çocuğun elinden tüfeğini alıp çukura atmışken yapmam gereken şeyi,yani hızla uzaklaşmayı yapmayıp gördüğüm artık her ne haltsa, ona öküzün trene baktığı gibi mal mal baktım. Sonra? Sonra uyandım. Saate baktım 06,00 suları. Geri uyudum falan filan. Öyle işte vs vs.

Daha sonra uyandım ajansa gittim. Daha önce çalıştığım bi işin ücretini almak için. Anam ne kadar bekledim bende bilmiyorum. Bu ne biçim maaş kuyruğuydu be? He bide neymiş iş esnasında süpervizor bana kravat vermiş ve ben kravatı iade etmemişim. Tövbe tövbe! Ben almadım hiçbir şey kardeşim. Sonra aradım o süpervizorı dedim bana bir şey vermediniz. Aldığım cevap ne? Peki kime verdim? Ne bilim kardeşim kime ne verdiğini? Neyse sonra olay hatırlandı ve paramı aldım.

Bir de şu son günlerde Sıla'dan Boş Yere isimli şarkıya fena taktım. Sürekli onu dinliyorum. Sanki sözlerde kendimden bir şeyler buluyorum falan filan. Alın linki paylaşıyorum dinlemek isteyenler olursa diye. Boş Yere-Sıla Şu kısım vuruyor gibi:

  ... Ben sana nerden tutuldum
      Yokluğunda hem nasıl duruldum
      ( Göz göre göre nasıl duruldum )
      Sağ elimi solumu avuttum
      Boş yere, boş yere
      Hep boş yere...

He bide geçen hafta ALES'e başvurdum. 27 Kasımda sınav var. Ama hala çalışmaya başlamadım. Bugün sözde kitap alıcaktım ama yağmuru görünce hiç denemedim. Pazartesi alırım diye karar verdim, umarım dönmem kararımdan. Son olarak twitterda takip ettiğim bir vatandaş şuan çok büyük bir kötülük yaptı bana. Neymiş efendim karnı acıkmış da canı Kızılkayalar'ın ıslak hamburgerini çekmişmiş. Ya kardeşim ne yazıyorsun dimi onu oraya? Seni bilmem kaç kişi follow yani! Bak benimde canım çok hayvani bir şekilde ondan çekti. Nolcak şimdi? ( tabi bende buraya yazarak bunu okuyacaklara bu kötülüğü yapıyorum hiç kusura bakmasınlar )

Rüyadan girdim, Sıla'ya uğradım, ALES üzerinden Kızılkayaların Islak Hamburgerine geldim. Böyle absürd bir  yazı oldu. Gece vakti uykusuzluğuma verin. Hadiyin iyi geceler...

10 Ekim 2011 Pazartesi

Film İzleyemiyorum! Yardımlarınızı Bekliyorum...

Ben film kültürü çok geniş olan bir insanım. Film izlemeye de bayılırım. Ama son zamanlarda indirdiğim hiçbir filmi sonuna kadar izleyemiyorum. 15-20 dk sonra sıkılıyorum filmlerden. Kapatıyorum hemen. Hiçbir filmi beğenemez oldum, sinemaya da gitmiyorum. Filmler mi kötü yoksa benim film izleme çipim mi bozulmuş?

Aksiyon, macera, polisiye, gerilim, tarih, fantastik film türlerini severim. Ama artık 20 dk sürüyor sadece :S Gerçi az önce Children of Men isimli filmi 1 saat izlemeyi başarabildim ama 20. dk dan itibaren kapatmayı düşünerek ve yine filmi sonuna kadar izlemeyedim :S

9 Ekim 2011 Pazar

Kimileri Yağmurda Sadece Islanır, Kimileri ise Yağmuru Hisseder...

Sonunda sıcaklardan kurtulduk. Serin, yağmurlu havalar geldi, hoş geldi.

Bu sabah uyandığımda ( saat 11 gibi ) havanın çok da aydınlık olmadığını gördüm. Dedim noluyo? Tamam odam güneş almıyor ama bu kadar da karanlık olmazdı. Sonra yağmurun sesini duydum. E tabi bi de soğuk olduğundan üşüdüğümü hissettim. ( hala yaz aylarındaki kılık kıyafetimle uyuyorum da )

Ben dışarıdayken yağmur yağdığında yada diğer bir deyişle yağmura yakalandığımda çok mutlu olurum. Hele bi de o yağmura deniz kenarında yakalanmışsam değme keyfime. Asla şemsiye kullanmam. ( bir keresinde eski sevgilimle yemek yemeye giderken yağmur yağmıştı, şemsiyesini açmıştı ama ben şemsiye altına girmedim yolda ayrı ayrı yürümüştük ) Yağmurda ıslanmak güzeldir, bu keyfi sahilde yada İstiklal Caddesi'nde yaşamak ise paha biçilemez bir duygudur benim için. Bazen arkadaşlarıma zorla şemsiyelerini kapattırıp " yağmurun tadını çıkarın manyak mısınız siz? " diye kızdığım bile olmuştur.



Kim ne derse dersin bence en güzel hava şuan dışarıdaki havadır. Ne çok sıcak, ne çok soğuk. Bunlara ek olarak yağmur kokusu da varsa... Sanırım bir organizasyon yapıp dışarı çıkmalı. Bi arkadaşları yoklayayım bakayım.

He nerdeyse unutuyordum bak. 29 Ekim Cumartesi 04,00'de dirilme günümüz var. Yanlış bilmiyorsam 3 yıldır düzenlenen bir etkinlikmiş. Tüm dünyayla aynı anda Michael Jackson'ın unutulmaz Thriller dansını sergileyecek gruba katılacağım. Yarın da ilk prova. İlgilenenler için linki paylaşıyorum, herkese iyi pazarlar... ( http://www.thrilltheworldistanbul.com )

4 Ekim 2011 Salı

Şaka Maka 4 Olduk! Bitiyo lan!

Eveeeeetttt 19 Eylül itibariyle 2011-2012 Eğitim-Öğretim döneminin başladığını daha önce de yazmıştım. Derslere başladık vs vs. Bugün çok güzel bir şey oldu. Ben ve benim gibi 4 arkadaşım sırf kolay olsun, hoca yoklama almasın, sınav sorularını veren moddan biri olsun diye 2 sene önce dersini aldığımız şeker mi şeker, herkese öve öve bitiremediğimiz bir hocamızın bu sene 3. sınıflara verdiği seçmeli bir dersi kıdem rütbe zart zurt düşünmeden çekip almıştık. ( bayağı uzun bi cümle oldu galiba neyse idare edin artık )

Bugün de ilk defa dersine girdik. Dersin adı Yönetimde Güncel Uygulamalar. Hocamız ders işleyişi hakkında çok mutluluk verici kurallarını bizimle ilk dakikadan paylaştı. " Arkadaşlar yoklama alıcam, devam zorunlu ve %80 devamlılık göstermek zorundasınız. Ben sadece bi iki ders konuşucam sonrası hep sizin sunumlarınız olacak. Vize yapmıcam vize yerine 20 dklık sunumlar yapcaksınız ve ondan puan alıcaksınız. " Daha önce de başıma geldiği gibi yine ummadığım taş baş yardı! Neyse ki final sorularını vereceğini taahhüt ederek az da olsa içimizi rahatlattı. Danışman hocam da geçen hafta derslerimi kayıt onaylarının son gününe 2 gün kala seçmeme rağmen onaylamadı. Neymiş ben tekrar değiştirirmişim son gün onaylayacakmış. Neyse 30 Eylül Cuma son günü gittik onaylattık. Ne oldu dersiniz? Onaylamalar bi hafta daha uzadı. Şeytan diyo sırf danışmana zorluk çıkarmak için ders değişimi yap diye ama neyse.

Tabi bunlar gelip geçici şeyler. Benim geçen senenin sonundan beri kafama takılan ve beni mutsuzluğa sürükleyen bir şey var. Bu sene okul son :( bitiyo lan öğrencilik. Bitiyo üniversite hayatı :( ne ara ben 4 oldum ya kayıta geldiğim gün dün gibi aklımda. O sene ramazan ayının ilk günüydü, kuzenimle birlikte oruç oruç kayda gelmiştik. Danışma masalarındaki danıştığım insanlar nedense benim değil de kuzenim kayıt olacağını düşünüp onunla muhatap olmuşlardı. Kaydı olup geri döndükten sonra da yolda biricik dostum sevgili komşum Larien ile karşılaşmıştım. Ayak üstü iki çift laf ettikten sonra gırgırına koluna bir şamar patlatmıştım. Acıdı demişti, öpeyim geçsin dedim ama öptürmedi demekki acımamıştı kendisi yalan sölemişti herhalde :D

Ayrıca geçen sene mezun olmuş bazı arkadaşlarımın ( daha doğrusu bir arkadaşımın ) da yokluğu dolmuş değil henüz. Alışamadım yokluğuna. Gerçi sık sık gelip gideceğini söylüyo okula ama bakalım. + bana aylardır " sen bu sene napcaksın okulda çok merak ediyorum sparrow " diyip duruyordu. Bunları okuyunca da " yaaaa ben demiştim " diye düşüncek kesin.

Tabi ünideki ilk günlerim de sudan çıkmış balık gibiydi orası ayrı. Hocaların odalarına girip " Ben birinci sınıfım. Çok başarılı olmak istiyorum. Bana daha doğrusu birinci sınıf öğrencilerine ne tavsiye edersiniz? " diye tek tek soruyordum. Hepsi de klasik cevabı veriyorlardı:  " Derse devam, sakın ders kaçırma "

Bu ders aşaması bir yana hangi öğrenci kulüplerine üye olacağım ise büyük bir soru işaretiydi benim için. Tabi ki en büyük iki tutkum Fenerbahçe ve tiyatro olduğundan önce UniFeb'e sonra Tiyatro Kulübü'ne üye oldum. Bunu Atatürkçü Düşünce Kulübü izledi vs vs. Tiyatro Kulübü'nde ilk toplantımı hiç unutmuyorum. Toplantı yapılacak günler konuşuluyordu. Herkes hafta sonu gelebiliriz dedi. Ben ise o zamanlar hafta sonları İtalyanca kursuna gidiyordum. Kulüp başkanına " ben hafta sonları dil kursuna gidiyorum, gelemem. " demiştim. O da bana " Ben ingiliz dili ve edebiyatı öğrencisiyim. Sana yardımcı olurum " demişti. Ben italyanca kursuna gittiğimi söylediğimde de aldığım tepki " ofsayt o zaman " olmuştu. Tiyatro Kulübü'nde herkese uygun bir gün bulunduktan sonra toplantılara devam edilmiş, bir danışman hocayla anlaşılmıştı. Danışman hocamızla yapılan toplantılar sonunda ise bir Çanakkale Orotaryosu ve bir müzikal oyun sergilenmesi konusunda fikir birliğine varılmıştı. Müzikal demek dans demekti ve ben ömrü hayatında dans etmemiş kalas mı kalas mı odun mu odun biriydim. Dans bu hayatta yapacağım en son şeylerden biriydi ve madem ki Tiyatro Kulübü müzikal sergileyecekti ben ya kulüpte olmayacaktım yada sadece Çanakkale Gösterisi'nde olucaktım. Amma lakin tam ben bunları düşünürken danışman hocamız tüm kulüp önünde başkanımıza en çok kimlere güveniyorsun diye sordu. Başkanımızda beni yeni yeni tanıyor olmasına rağmen bana çok güvendiğini söyledi. Ve bende birisi daha sonra ona " bu muydu güvendiğin adam? " demesin diye kulüpte kalıp iki oyunda da yer aldım.

Sergilediğimiz müzikalin provaları ise hayatımın en neşeli en mutlu günlerine sahip oldu. Bir haftada salsa öğrenip 900 kişi önünde 3,5 dklık salsa yapmam da cabası. Ve şuan en çok ilgi duyduğum aktivitelerin başında latin dansları geliyor. Bir partner ve ortak boş zaman bulursam mutlaka gidicem kurslarına.

Neyse geçmişe çok fazla dalmayayım bu günler 3 sene önce yaşanmış olmasına rağmen her dksı dün gibi aklımda. Hatta bırakın dünü bu sabah gibi! Provalardan aklımda kalanları anlatmaya, yazmaya kalkışsam 1907 ciltlik ansiklopedi çıkar be! Hal böyleyken ben ne ara 4 oldum ya ne ara geçti bu 3 sene?

Tiyatrodaki danışman hocamız bir keresinde şöyle demişti: " Arkadaşlar geçen yılların ardından geriye dönüp baktığınızda ' ulan zaman ne çabuk geçti ' diyebiliyorsanız siz gerçekten o zamanı çok iyi değerlendirmiş, çok eğlenerek çok gülerek geçirmişsiniz demektir. Ama bunu demeyipte ' ulan bi 10 sene yaşadım ki sorma! Bitmek bilmedi ' diyorsanız eyvahlar olsun. Çok kötü bir 10 yıl geçmiş demektir. " Peki gerçekten öyle mi? Ben hocamın dediği gibi geçen 3 senenin nasıl geçtiğini anlamış değilim. Birileri kaçıncı senen diye sorduğunda 4 demek gelmiyor içimden. Ağzımdan zor çıkıyor o sayı :S Bir vakıf üniversitesinde ÖSYM bursuyla okuyorum. Hemi de %100. Akademik başarısızlıkta burs kesintisi yok. Acaba uzatsam mı diyorum. Bir seneden ne çıkar ki? Ne de olsa kuruş ödemiyorum okula. Offff napcam bilmiyorum. Ya da direk Yüksek Lisans'a başlayıp öğrencilik statüsünü devam ettiricem. Ama sırf öğrencilik devam etsin diye de yüksek lisans yapmak da bana ters. Keşke şöyle 30 yıllık bir bölüm olsaydı da ben o bölümü seçseydim 4 sene önce. Buradan yetkilelere duyrulur hıh. Bir arkadaşımın annesi " öğrenciye iş vermezler, kız vermezler. " demişti. Öğrencinin işi öğrencilik zaten, kız meselesine gelince vermesinler abi sonra dert oluyor. Öğrenci kalayım ben kız da istemiyorum iş de. Hazır değilim arkadaş kep atmaya ben. Ve 2012 Temmuz'una kadar da hazır mazır olamam hıh.



Ama olmuyor işte. Benim istediklerim olmuyor. Bitiyor okul. Ve ben her ne kadar bi sene uzatsam mı acaba diye düşünsem de şuan, adım gibi eminim finaller geldiğinde hayvan gibi kasıcam ve bitiricem okulu. Ulan keşke bi sene hazırlık okusaydım en azından şimdi üç olurdum. Ne diye geçtim ki o sınavı? ( hoş nasıl geçtim onu da bilmiyorum ya o ingilizce özürlü dönemlerimde )

Hem mezun olucam da nolcak? Sanki iş bulucam. İşsizler ordusunun sayısı çok fazla zaten. Eleman ihtiyaçları olduğunu zannetmiyorum. Hem hiçbir üniversite öğrencisi mezun olmazsa işsizlik de olmaz dimi? Tamam üniler kalabalık olur eyvallah mesela iki haftadır üniversitemin bahçesinde oturabilcek bir masa bulmuş değilim ama bi gün bende bulurum nede olsa diye umudumu yitirmedim. Zaten MFÖ'nün en sevdiğim şarkılarından biridir Benim Hala Umudum Var. ( Bu arada blogger alemindeki en sık takip ettiğim blogger lardan olan Lazanyam, Ankara'dan İstanbul'a yeni bir başlangıç için gelmiş bulunmakta. Kendisine tekrardan hoşgeldin diyip bol şanslar diliyorum. )

Gelecek planlarımdan yada hayallerimden hiç bahsetmiyim onları başka bir yazıda yazmayı planlıyorum. Bye for now... Bir daha ki sızlanmamda görüşmek üzere... Ciao!
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...