8 Şubat 2012 Çarşamba

Özüm, Fayrabiyem...

Bir önceki postumda dediğim gibi bu postumda 2010 senesindeki İKÜ Tiyatro Topluluğu ile sahneye çıktığım ikinci oyunumuz Abdülcanbaz'dan bahsedeceğim.



O sene, İstanbul Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamında Avrupa Üniversitelerarası Tiyatro Festivali'ne katılım için başvuruda bulunduk. Başvurumuz kabul edildiğinde hepimiz çok sevinmiştik. Oyunumuz usta karikatürcü Turhan Selçuk'un karikatürlerinden oyunlaştırılmış Abdülcanbaz idi. Abdülcanbaz takımının Azeri hokkabazı (!) Fayrabi rolünü istedim hocamızdan. Sağ olsun, istediğim rolü verdi. Troya Geçilmez adlı oyunumuzdan 11 gün sonra bu oyunu sahneye koyduk. Festival kapsamındaki gösteriyi 12 Mayıs 2010 tarihinde Üsküdar Devlet Tiyatrosu'nda sahneledik. Ama o gün gelmeden önce olanlara değineyim...

Topluluğumuzda " Gıcık " kod adlı, birlikte vakit geçirmekten çok keyif aldığım bir kız vardı. Kendisiyle bir sene önce Aksaray-Havalimanı metrosunda tanıştım ve o andan itibaren birbirimize sık sık laf sokar olduk. Bu sebepten ötürü de " gıcık " derdik birbirimize. Ve o günlerde liseden bir arkadaşıma - şimdi sizde ünideki bütün arkadaşlarım gibi " lise arkadaşına üniversitede mi aşık oldun? " diye sormayın - karşı, karşılıksız hislerim vardı. İlk defa karşılıksız kalıyordu hislerim birisine karşı, bu durumda bende biraz aptallaşmıştım. Bu gıcık kod adlı şahısta ( 2 gün önce o şahsın doğum günüydü, o şahısla ilgili bir post yazacağım ) karamsar olduğumda, keyifsiz olduğumda, asık suratla dolaştığımda gıcıklıklar yaparak hem beni neşelendirmeye hem de derdime ortak olmaya çalışır, gerekli gördüğü zamanlarda da tavsiyelerde bulunurdu. Bu şahıs bana hangi oyunda yer alıyım diye sorduğunda, festival oyunumuz olduğu için Abdülcanbaz'da yer almasını söyledim. Ama hocamız o şahsa Troya Geçilmez'de rol verdi. 1-2 ay içerisinde biz o gıcıkla daha da yakınlaştık. Ve ben bu şahsa yavaş yavaş aşık olmaya başladım. Ve ilerleyen süreçte de oldum. Ama bir önceki salağın yaptığını bu gıcık tekrarladı, benim gibi birinin hislerine karşılık vermedi :P Neyse oyuna dönüp o şahsı içeren kısımları burada sonlandırayım.

Provalar çok uzun, yorucu ve verimsiz olmaya başlamıştı. Sabahın 9unda provaya girip gecenin 2sinde çıktığım pek çok gün vardı ve bunca süre içerisinde " yorulduk ama verimli oldu " diyebildiğim prova sayıları son derece azdı. Derken oyun günü geldi çattı. 12 Mayıs 2010 tarihinde Üsküdar Devlet Tiyatrosuna gittik. Gidenler bilir çok güzel bir yerde kurmuşlar salonu. O zamanlar pek iyi bir ruh halinde olmadığım herkes tarafından biliniyordu ama deniz havası her zaman iyi gelmiştir bana ve o gün sahil çok güzeldi. Oyunumuzun başlamasına 1 saat kalmasına rağmen, kızların makyaj, erkeklerin kıyafet gibi konularla ilgilenmesi gereken bir durumda ben hala sahilde oturup denizin keyfine varmaya çalışıyordum. Herhalde hocamız benim orada öylece oturduğumu görseydi bildiği bütün küfürleri ederdi ki kendisi pek çok küfür bilir :D Kıçımı oradaki banktan kaldırmak bayağı zor gelse de kaldırıp kulise girdim. Rol kıyafetlerimi giydim. Ve oyunun başlamasını beklemeye koyulduk. 

Beklediğimiz gibi başladık. Rolüm olmayan sahnelerde bile kulise girmeyip, mizansen gereği sahnenin sağ köşesinde durup olan biteni izliyordum. Bir meyhane sahnesi vardı. Ve ben o sahneye elimde hayvani boyutlarda bir balıkla giriyordum. Neyse bu sahneden sonra birinci perdenin bitmesine 5-6 dklık bir süre kalıyordu. Ve ben o süreyi kuliste geçirdim. Elimi sabunlu suyla yıkayıp, bayağı da parfüm sıktım ki balık kokusu gitsin :D ( bu gıcık kod adlı şahıs oyundan önce bana şans dilemek için aramış ama telefonu içeride bırakmıştım, arada onu aradım - aptal gibi - teşekkür falan ettim biraz konuştuk sonra kapadım telefonu. )

2. perdeye kukla olarak giriyordum. Amerikan Başkanını canlandıran kukla. Hocamız bazı konularda bana garezi varmış gibi davrandı resmen verdiği bazı mizansenlerle. Neyse... Bir kerhaneden İngiliz casusunu kaçırması gerekiyordu Abdülcanbaz takımının. Yapılan planda, Abdülcanbaz çarşafı giyip kadın kılığına girecek, Fayrabi ( yani ben ) ise Arap kıyafetlerini giyerek, tamamen duygusal sebeplerden ötürü karısını kerhaneye satmaya gelen pezevenk olacaktım. Ama oyundaki sahneden bahsetmeden önce o çarşafın alınmaya çalışıldığı ama bulunamadığı güne bir değineyim. 4 arkadaş gittik Tahtakale'ye. İki iki ayrıldık. Bir kız arkadaşımla beraber bazı aksesuarları aramaya başladık. Diğer grupsa erkeklerin kıyafetlerini halledecekti. Nedense çarşafı da biz soruşturduk. Tabi o hafta bizim okulda Bahar Şenliklerinin olduğu haftaydı. Ve pek çok kız gerek yazın sıcağından gerekse şenlik havasından gayet rahat ve dekolte kıyafetler giymişti. Bizimle gelen iki kız dahil. Ee Tahtakale'de bu kıyafetlerle büyük dikkat çektiler haliyle :D O kadar çarşaf aradık ama bulamadık. Girdiğimiz her dükkandan bize " napacaksınız çarşafı " soruları geldi. Oyunda kullanıcaz dedik. Ama yanımdaki kız biraz psikopattı küfretmemek için kendini zor tuttu onun sinirli hallerini gördükçe bende gülmemek için :D Bulamadığımız çarşaf iyice sinirlendirmişti yanımdaki kızı, sokaktan geçen çarşaflı kadınlardan birine soracaktı " nereden aldınız bu çarşafı " diye ama nedense sormadı. Neyse bulamadık ve döndük. Daha sonra başka bir arkadaş çarşaf bulmuş. Aldı, getirdi. Fiziksel olarak Abdülcanbaz'ı oynayacak şahısla aşağı yukarı aynıydık. Bu şahıs çarşaf geldiği sırada oralarda olmadığı için, bu çarşaf benim üzerimde denendi. Beraber Tahtakaleye gittiğim psikopat arkadaşım o çarşafı bana giydirmeye çalıştı. Tırsmıştım onun psikopatlığından, bu yüzden sesimi çıkarmadım. Çarşaf giymek ne kadar zor bir şeymiş arkadaş! Yarım saat sürdü neredeyse o çarşafı giymem, yani arkadaşımın giydirmesi. Çarşaf giyenler her gün bu çileyi nasıl çekiyorlar, şaştım kaldım.  



Neyse dönelim malum kerhane sahnesine. Arkadaşım, Azerice konuşmakta zorlanmadım da Arapça zormuş be! Hele Arapça konuşarak çarşaflı kadın ticareti yapmak çok zormuş. O cümleleri ezberleyene kadar Kur'an okumayı öğrenir, hem sevaba girer hem de annemi sevindirirdim ama rol roldür. Ezberleyeceksin arkadaş. Ezberledim. Canım çıktı ama ezberledim. Haa unutmadan öyle bir acıtasyon yapmışım ki karımı kerhaneye satarken... neyse oraya fazla girmeyeyim :D 

Oyun bittikten sonra aslında hepimiz ( her ne kadar daha iyi olabileceğimizi bilsek de ) beklediğimizden daha iyi bir performans sergilediğimizi düşünüyorduk. Buradan da anlayabileceğiniz gibi pek umutlu değildik sergileyeceğimiz performanstan. Ama umduğumuzdan daha iyi oldu çok şükür. Ben ise hem yüksek performansımızdan ötürü, hem de yeni keşfettiğim bu salondan ötürü kötü başladığım günü iyi devam edip iyi bitirmiştim. 

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...